top of page

[GÜNCEL] 06. BÖLÜM - HATUN & MALKOÇ

Güncelleme tarihi: 11 Ara

ree

Malkoç ~

Çiğdem’e döndüm. “Sizin evin alt katındaki kiracı ayrılmıştı, değil mi?”

Çiğdem başıyla beni onayladı. “Şu an ev boş. Annem, ‘Daha da vermem kiracılara,’ diye söylendi. Bahçeli de ev, müstakil gibi, ‘Alacak biri elbet olur,’ dedi. Satacakmış.” O zaman orası uygun olurdu.

“Çiğdem, annene sor bakalım. Bana satar mıymış?” Koridordaki herkes şaşkınlıkla bana döndü.

Tanju merakla sordu. “Abi, senin kendi evin var. Bir sokak ileride… Bizim ufak evi ne yapacaksın?”

Benim eve karşı ufaktı belki ama orası da 3+1 güzel bir evdi. Annesinin dediği gibi bahçeliydi de daha ne? Çiğdem’e, “Sen konuş,” dedikten sonra Hatun’un odasına kısa bir bakış attım. “Acil olduğunu söyle.” Çiğdem telefonuna sarılırken beni mırıltılarıyla onayladı.

Başımı Tuncay Baba’ya çevirdiğimde bana onaylamaz bakışlarla sertçe bakıyordu. “Bu yaptığına pişman olacaksın, Malkoç. Kız bir de avukatmış. Zorla alıkoymaktan seni hapislerde süründürecek.” Başımı hafifçe salladım. Bir yolunu bulacaktım. Ölmesinden iyiydi. Herhalde onu kurtardığım için biraz insaf ederdi. Aklıma hukuk bürosundan çıkarken ki hali ve bugün nişan hazırlıkları sırasındaki halleri geldi. Derin bir nefes alıp verdim.

Önce yaşasın… Yaşasın da ne yaparsa başım gözüm üstüne… Allah’ım beni bu vicdan azabı ile sınama… Suçu olmayan birine zarar vermeyeyim, ölümüne neden olmayayım.

Tuncay Baba arkasını dönerken, “Gidip şu ellerini de yıka, Malkoç. Çevrede seni tanıyan insanlar olabilir,” dedi. Bakışlarım ellerime kaydı. Kan… Hatun’un kanı… Gergince yutkundum. Tuncay Baba yanımızdan ayrıldı, bense bir süre daha ellerime bakmaya devam ettim. Ta ki odanın kapısı açılana kadar… İçeriden çıkan doktorla göz göze geldim. “Durumu nasıl?” Diğerleri de yanıma geldiler. Doktor bakışlarını üzerimizde gezdirdi. “Hastanın durumu iyi, tahlil ve mr sonuçlarında ciddi bir sorun gözükmüyor.” Rahatlayarak derin bir nefes alıp verdim. Şükür Allah’ım…

“Hastamız, hastaneye gelene kadar çok kan kaybetmişti, kan nakli yaptık. Ancak,” diyerek gözlerini Aşti’ye çevirdi. “Beyefendinin getirdiği kanlar uyumsuz çıktı. Hastamızın kan grubu 0rh+ o nedenle kan bankasından değiş tokuş yaptık.” Şaşkınlıkla Aşti’ye baktım. Bana açıklama yapmak için, “Malkoç abi, dosyada öyle-” sözünü kesip, “Sonra!” dedim. Yeniden doktora döndüm. “Ne zaman görebiliriz?”

Doktor, “Başına gelen sert darbe nedeniyle bilinci bulanabilir, bazı şeyleri hatırlamakta zorlanabilir,” dedi. Soruma cevap vermek için konuşmaya başladı. “Bir saat sonra odaya alacağız. O zaman hastayı görebilirsiniz fakat öğlene kadar verdiğimiz ilaçlar nedeniyle uyur.” Doktor son kez bakışlarını üzerimizde gezdirip yanımızdan ayrıldı.

Yürümeye başladığımda çocukların bana seslendiğini duydum ancak durmadım. Doğruca erkekler tuvaletine yöneldim. Tuvaleti bulduğumda içeriye girdim ve lavaboya ilerledim. Musluğu açıp ellerimi suyun altına soktum. Hızla parmaklarımı birbirine sürttüm. Sabuna uzanarak ellerime birkaç pompa sıktım, sonra da ellerimi hırsla yıkadım. Elimdeki kan… Başımı iki yana salladım. Durumu iyiydi. Kanlar tamamen akıp gittiğinde yüzümü de yıkadım. İyiydi, iyiydim… Rahatlamaya çalışarak ensemi ıslattım. Bir şekilde yoluna girecekti.

Bakışlarım aynadaki yansımama kaydı. Beklemediğim bir anda geçmiş zihnimde canlandı. Annem… Nefesim sıkılaştı. Bir adama kapılmıştı ve ona deli gibi aşık olmuştu. Onun için ailesini dahi karşısına almıştı. O adam ise, babam, annemi kullandıktan sonra terk etmişti. Benden haberi olup olmadığını bilmiyordum, kim olduğunu bile bilmiyordum, umurumda da değildi. Annem, bir gün güpegündüz gasp edilirken katiline direndiği için öldürülmüştü. Mabel’in babası tarafından… katledilmişti. Sıkıca lavaboya tutundum. Bugün gördüğüm kan gölü görüntüsü beni annemin ölümüne götürmüştü. Ellerim yine böyle kan kokmuştu. Onu hastaneye yetiştirirken kirlenmiş ve hiçbir zaman temizlenememiştim. Ben… annemi koruyamamıştım. Yine aynısını yaşamayacaktım!

Gözlerim alnımdaki boncuk boncuk terlere kaydı, ardından yüzümün rengini inceledim. Kötü görünüyordum. Birkaç derin nefes alıp verdim.

Malkoç… Kendine gel! Hiçbir şey bitmedi, hepsi yeni başlıyor. Ayağa kalk ve elinden geleni yap!

~ 📚 ~ 🖇️ ~📚~ 🖇️ ~ 📚~

Hatun ~

Elimin üzerindeki sıcaklığı hissettiğimde hâlâ derin bir uykunun içindeydim. Kıpırdayamıyor, konuşamıyor, yalnızca içimde yavaşça uyanan bir farkındalıkla etrafımı algılamaya çalışıyordum. Sanki bedenimle arama bir perde çekilmişti. Uyuşmuş gibiydim.

“Ben buradayım, merak etme.”

Bana mı söyledi? Bu adam da kimdi? Sesi yumuşak olduğu hâlde kararlı bir tonda çıkmıştı. Anlayamadım. Neden buradaydı? Ve ben… ben neden buradaydım? Daha doğrusu neredeydim? Ne olmuştu?

Yeniden karanlığa gömüldüm. Arada başka sesler de işittim ama hiçbirine dikkat kesilemedim. Ta ki o kadının sesini duyana kadar… Çünkü ses tonunda tanıdık bir tını vardı. Zihnim bu sefer konuşulanları daha net algılamaya başladı.

“Ben bu kızı nereden tanıyorum, ya? Bizim mahallede mi yaşıyor?” Evet… tanıdıktı. Bu sesi daha önce duymuştum. Ama nerede?

“Ne diyorsun, Çiğdem?” Az önce elimi tutan adamın sesini hemen tanıdım. Eli şu an elimin üzerinde değildi. Ancak tenime bıraktığı sıcaklığı garip bir şekilde hissediyordum. Hatta… sanırım bu sıcaklığı yakın zamanda bir daha hissetmiştim. Çok tuhaftı, hem de çok!

Kadın, “Vallahi son zamanlarda ben bu kızı gördüm,” diye devam etti. Sanki kısa bir süre kendi kendine düşündü. Sessizliğin odada hissedilmeyen başladığı bir anda, “Bu kız bana manda yavrusu demişti!” diye şakıdı.

O an içime bir utanç dalgası vurdu. Yer yarılsa da içine girsem diye düşündüm. Evet, hatırlamıştım. Çiğdem kuaför tabelası bile gözümün önüne geldi. Dangalağın biri bana çarpınca… Of!

“Geçen ben Tanju’yu kuaförden kovalarken, o da gidip bu kızcağıza çarpmıştı. Tanju’ya manda yavrusu dedim, Hatun da tabii anlamadı. Bana, ‘Sen de mi manda yavrususun?’ diye sordu,” diyerek kıkırdamaya başladı.

Ardından da kahkahası tüm odayı sardı. “Ay hiç güleceğim yoktu! Bak yine hatırladım. Senin Hatun baya eğlenceli be Malkoç!” Malkoç mu? Elimi tutan adamın adı… Malkoç muydu? Bu isim bana bir şeyi çağrıştırıyordu ama tam çıkaramadım. Annemle babam konuşurken duymuştum. Bir de Liz’den…

Ah, hatırladım! Onun izlediği harem dizisinde buna benzer bir karakter vardı.

“Çiğdem, şu durumdayken bile benimle kafa mı buluyorsun? Tövbe tövbe…” dedi Malkoç. Sonra kendi kendine söylenmeye başladı. “Senin Hatun diyor bir de. Bu nasıl isim Allah aşkına? Hatun diye isim mi olur ya?”

Ay! Sen önce kendi adına bak! Ne varmış benimkinde pardon da, Malkoçoğlu? Ben bir kendime geleyim. O zaman sana göstereceğim, Hatun diye isim nasıl oluyormuş!

Çiğdem’in sesini yeniden duydum. “Ben seni ilk defa bir kadına böyle bakarken gördüm. O yüzden hemen yakıştırdım. Sizin çocuklarınız da akıllı olur.”

Ha? Af buyur?

“Saçmalama Çiğdem! Ne diyorsun sen? Az kalsın katil oluyordum. Ölümle yaşam arasındayken onu hastaneye zar zor yetiştirdik!”

Katil mi oluyordu? Kimi öldürecekti?

Birden içimde bir kasılma hissettim. Bahsettikleri kişi… bendim. Yıllarca romanlarımda insanları katlettikten sonra başıma gelene de bakın! Sahi, bana ne olmuştu?

Çiğdem ona cevap verdi. “Ben bilmem, yaşasın diye kendi canından verecek gibi bakıyordun ona. Bu âşk değil de ne be?”

Ee, bir zahmet kendi canından versin! Az kalsın beni öldürüyormuş! Bir şeyler hatırlamayı umarak zihnimin derinliklerine göz attım. O sırada başıma saplanan ağrı yüzünden düşüncelerim bir bulut edasıyla dağıldı. Hatırlamak… acıtıyordu.

“Çiğdem, sen niye geldin? Mahalle teyzesi dedikodusu çevirmeye mi?”

“Yok be,” diyerek açıklamaya başladı. “Annemle konuştum. Sabah noterde buluşursunuz. Benim kuaförde öğlene kadar randevularım var. Öğleden sonra boşum, Hatun uyanınca onunla ben ilgilenirim.”

Kuaför… Noter… Kafamın içinde kelimeler dolaşıp duruyordu. Uyumuyordum ama tam anlamıyla uyanmamıştım da, sadece duyduğum sesleri dinleyebiliyordum.

“Ben şimdi ona ne diyeceğimi bilmiyorum ki,” dedi Malkoç. Derin bir iç çekti. “Of! 'Bıraksam ölecektin, kurtardım ama şimdi de seni serbest bırakamam. Bu durumda olmanın sebebi de benim, biliyorum. Aslında… sandığın kadar kötü biri değilim. Eve girerken kendimce haklı nedenlerim vardı,' mı diyeceğim?”

Sesi odada gezinmeye başladı. Adımlarının ritmini duyuyordum. Arada duruyor, sonra yeniden yürüyordu.

“Çiğdem, ben ne yapacağımı bilmiyorum. Yıllar sonra ilk defa bu kadar çaresizim. Sanki… Annemin öldüğü güne dönmüş gibiyim.”

Bir süre sessizlik oldu. Sonra Çiğdem daha yavaş, daha yumuşak konuştu.

“Malkoç, bazen zamana bırakmak gerekir. Hatun uyandığında ve bizi tanımaya başladığında kötü insanlar olmadığımızı anlayacak. Belki de ona Ziya ile ilgili gerçeği…”

“Hayır! Hayır, asla!” diye böldü sözünü. “Onu bu işin dışında tutmalıyız.”

Ziya mı? Ziya amcadan mı bahsediyorlardı?

Zihnimde bir şeyler aydınlandı. Liz’in babası… O adamla ilgili hep bir şeylerin ters gittiğini hissetmiştim. Gözümün önüne Pars geldi. Sonra Liz… Bir de nişanları. Nereden eve girdiklerini anlayamadığım adamlar, gizli görüşmeler, bir anda ortadan kaybolmaları…

Tüm gün organizasyonla ilgilendiğim için o adamların kapıdan çıkmadığına emindim. Sanki yer yarılmış, içinden girip çıkmışlardı. Ya da solucan deliğinden falan geçmişlerdi. Nasıl bana görünmeden gittikleri bir türlü aklıma yatmıyordu. Üstelik otoparkta arabaları da yoktu. Kontrol etmiştim, emindim.

Eğer Ziya Tarhan’ın kirli işlere bulaştığını kanıtlarsam Liz, benimle birlikte Los Angeles’a gelir miydi? Hem Liz evleneceği için Pars da bizimle gelirdi. Yine eskisi gibi birlikte olur, sürekli görüşürdük. Kilometrelerce uzağımda olmazdı. Annemin vefatından sonra babam, elinden geldiği kadarıyla benimle ilgilenmeye çalışmıştı ama Liz, aramızdaki az yaş farkına rağmen, adeta benim için ufak bir anne gibiydi. Eğer babası kötü işlere bulaştıysa avukat olarak Türkiye’de sıkıntı yaşardı. Kendime gelir gelmez Liz’le konuşmalıydım. Şu an her yerde beni arayıp ortalığı ayağa kaldırdığına emindim.

“Sen bilirsin, Malkoç. Ama kıza doğruları söylemeyeceksen bile en azından kaza konusunda dürüst ol. Orada olmanın nedeninin başka bir şey olduğunu ve birinin odada olduğunu bilmediğini açıkla. Tatlı bir kızcağıza benziyor, anlayışla karşılayabilir,” dedi Çiğdem.

Malkoç’un sesi ilk defa neşeli çıktı. “Sen onun böyle durduğuna bakma, maşallahı var. Dili adam öldürür.” Sanki senin yüzünden bu hâlde değilim! Hem neyimi gördün ki? Ben gayet hanımefendi biriyim. Birkaç karakterimi, garip şekillerde öldürdüm diye mi bu ön yargı?

Aa! Ama bu adam zaten bunu bilmiyordu. Emin olamadım. Bilmiyordu, değil mi?

Bedenim hafifçe kasılıp titredi. O sırada bakışlar üzerime dönmüş gibi hissettim. Çiğdem, “Doktora haber vereceğim,” diyerek yürümeye başladı. Hemen ardından yakınıma doğru başka ritmik adımlar duydum. Elimin üzerinde yine o sıcaklığı hissettim.

“Hatun…” Nefesi boynuma vurunca ürperdim. “Hay!” dedi isyânkar bir panikle. “Bir şey mi oluyor?” Bir şey oldu da ne olduğunu ben de anlamadım, Malkoçoğlu. Endişeli bir ses tonuyla, “İyi misin? Beni duyuyor musun?” diye sordu. Gözlerimi açamıyordum, hâlâ bedenimi kıpırdatamıyordum. Birkaç saniye sonra kapı yeniden açıldı. Elimin üzerindeki sıcaklık ve boynuma vuran nefes uzaklaştı. “Doktor, az önce irkildiğini gördük. İyi mi? Canı mı yanıyor? Ağrı kesici verseniz, olur mu?” diye arka arkaya sorular sordu. Bu kadar endişelenmesi… garip gelmişti.

“Şimdi kontrol ediyorum, bekleyin,” dedi doktor. Parmaklarını kirpiklerimde hissettim. Sonra gözlerim aralandı. Ancak etrafı bulanık görüyordum. Bir şeyler parlıyordu. “Bilinci açık olabilir,” dedi doktor. Etrafımda dolaştığını hissettim. Çiğdem, “O ne?” diye sordu. Odaya ne zaman dönmüştü? Doktor’la birlikte mi girmişti? Doktor'un, “Bu onu rahatlatır,” dediğini duydum. Gerisi tamamen karanlıktı. Ruhum kuytu köşelere çekilirken kol damarlarımda gezinen bir şeyler hissettim. Ardından… yavaşça zihnim sustu.

Sonraki Bölüm İçin Aşağıdaki Resme Tıklayın ya da Sonraki Yazı Seçeneğine Basın 👇👇👇

Yorumlar


İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
13 Ara Cmt
Büyükçekmece
Yaklaşan İmza Günü - Ulysses Yayınları - Salon 4 / Stand 426A Yazar Ruyam ✍️, 13 ve 14 Aralık'da Salon 4 - Ulysses Yayınları standında olacak. 🥰
bottom of page