[+21] 07. BÖLÜM - HASRET - MEHTAP I
- Yazar Ruyam ✍️

- 2 Eyl
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 19 Eki

Serhat ~
Mehtap’ın her hareketini izliyor ve davranışlarını beynime kazıyordum. Hâlâ yemeğe başlamadığını fark edince ona dönerek bakışlarımı gezdirdim. Masada yan yana olsak da soğuk yüz ifadesi ısınmamış ve bir kere bile bana doğru dönmemişti.
Mehtap’ın bu şekilde yakınlık göstermemesi beni de tedirgin ediyordu. Ona doğru atacağım adımları kırk kere düşünerek atıyor ve olabildiğince zamana yaymaya çalışıyordum. Etrafına kalın duvarlarla inşa ettiği sınırları görebiliyordum, her şey ince bir ipe bağlı gibiydi. O ip koparsa bir daha asla Mehtap'ın yanına yaklaşamayabilirdim. Bu da beni açıkçası ürkütüyordu.
Bana alışmasını bekliyor ve tehdit olarak gördüğü erkekler gibi olmadığımı, ona hissettirmek istiyordum. Bir yandan da ondan ayrı kalmak beni çok zorluyordu. Her anında yanında olmak istiyordum. Zorlandığı konularda onu desteklemek, işini kolaylaştırmak ve her konuda arkasında olduğumu bilmesini istiyordum. Gerçekten beni nasıl göremiyordu? Bakışlarımdan da mı anlamıyordu?
Mehtap'a kimseye davranmadığım incelikte ve özende davranıyordum. Ama o beni görmemekte fazlasıyla ısrarcıydı. Nedeni ise geçmişi olmalıydı. Zamanla... zamanla beni görecek ve kalbine kabul edecek.
Bana döndüğünde gözlerimiz birleşti. Ona sıcak bir gülümsemeyle bakarak güven vermeye çalıştım. O da sesli şekilde yutkunarak bana gergin şekilde bakmaya devam etti.
Kolunu bacağının üstünde gördüğümde bu hareketi hastanede gördüğümü hatırladım. Mehtap, o gün kabus görürken bacağına bu şekilde tırnaklarını geçiriyordu. Avucunu açıp beyaz gülü bıraktığımda canını acıtmayı bırakmıştı.
Yani Mehtap, şu an bacağını mı tırnaklıyordu? Beden dili buram buram gergin olduğunu haykırıyordu. O zaman gerginliğini bu şekilde azaltmaya çalışıyor olabilirdi.
Mehtap’ın et sevip sevmediğini bilmiyordum belki de vejetaryendi? Ona sormadan restoran seçimini yapmak mantıklı bir seçim olmamıştı.
‘’Et sevmez misin yoksa?’’ diye sordum. Mehtap, başını olumsuz olarak sallayarak, ‘’Daha önce bunları...’’ diyerek masadaki yemekleri gösterdi. ‘’Denemedim ama et yiyorum, severim de.’’ Bunu duymak beni sevindirmiştim.
O zaman onun için güzel bir tabak hazırlayabilirdim. Bu sayede gerginliği azalırdı.
Mehtap'ın şöyle kısa bir süre süzdüm. Bu kadın, neden bu kadar zayıftı? Sanki sürekli öğün atlıyormuş gibi bir hâli vardı. Fazlasıyla yemek yemeli ve kilo almalıydı. Bu kiloda kalırsa bağışıklığı sık sık düşer ve hastalanabilirdi.
Hastalandığında Mehtap'a kim bakıyordu peki? Teyzesi dışında bir aile üyesiyle görüşmüyor gibiydi. O da hastanedeydi, yani Mehtap hasta olduğunda ona bakamazdı. Yalnız mı kalıyordu? Hastalandığında yalnız atlatmaya çalıştığını düşünmek boğazımın düğümlenmesine neden oldu. Bol bol yemek yemeli ve bağışıklığını güçlendirmeliydi.
‘’Anladım,’’ diyerek tabağı doldurmaya başladım. Sonra da yemesi kolay olsun diye etleri ufak parçalara ayırdım.
Arap salatasını görünce hoşuna gidip gitmeyeceğini merak ederek ondan da ekledim. Bizim kültürümüzün yemeklerini sever miydi? Tabağa yerleştirirken, ‘’Bu arap salatası, umarım hoşuna gider,’’ dedim.
Ardından önümdeki tabağı, Mehtap’ın önündeki boş tabakla değiştirdim. ‘’Hepsi bitecek,’’ dediğimde şaşırarak tabağa baktı.
Bir süre tabağa bakıp yemeğe başlamadığı için bacağını tırnakladığını düşündüğüm kolunu masanın üstüne kaldırdım.
Tırnaklarıyla canını acıttığını bilmek sanki kurşuna diziliyormuşum hissi yarattı. Tırnaklarını geçirdiği yeri okşamak ve yanında olduğumu hissettirmek istiyordum. Öyle bir şey yaparsam güzel bir tokat yiyeceğim kesindi. Bu dürtüme karşı koyarak İlknur Hanım'a, ‘’Afiyet olsun,’’ dedim.
Ardından kendi tabağımı doldurmaya başladım. O sırada telefonum çaldı. “Efendim, Meto?'' diye cevapladım.
Meto, ‘’Abi, Jad Bey’in istediği yere paketleri bıraktık,’’ dedi. Dün gittiğimiz operasyonda yaralanmıştım ve bu yüzden paketlerin teslimatı bugüne kalmıştı.
Aklıma Mehtap’ın yaralı koluma tutunması geldi. Meto’ya gülerek, ‘’İşin bittiyse gel, senin en sevdiğin dana döşten var,’’ dedim. Meto'nun en sevdiği etti.
‘’Reis’in yanından götüme kurşun yemeden gelebilirsem... koşa koşa... yok hayır... uça uça gelip döşlerimi gömeceğim.’’ Ah Reis ah! Ne kadınsın. Bakışı ve duruşuyla Meto’yu bile korkudan titretiyordu. Askeriyede ondan korkmayan tek Allah’ın kulu yoktu.
Özellikle Dubai Emiri Majesteleri Şeyh Raşid’i karşısına almasıyla Reis çokça konuşulmuştu. Kafası atıp Dubai’yi terk etmiş ve o günden sonra bir kere bile Birleşik Arap Emirliğine adımını atmamıştı. Tüm yurt dışı operasyonları da Reis'e göre düzenleniyordu, zaten yılda birkaç defadan fazla operasyona da katılmazdı.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin Yüksek Konseyi dâhil herkes, Şeyh Raşid’in Arya Reis’den korktuğunu düşünüyordu. Bu durumda Raşid Khalil gibi birinin korktuğu kişiden korkmamak aptallık olurdu. Operasyonlarda genelde planları Reis yapar ve keskin nişancı olması nedeniyle uzaktan bizi yönlendirirdi. Her zamanda yaptığı hamlelerde haklı çıkardı.
Hatta aramızda bir laf vardı. ‘’Arya Reis, her zaman haklıdır.’’ Bizim göremediklerimizi görme konusunda çok iyiydi. O nedenle yakın zamanda Mehtap'la olan durumumuz konusunda ondan fikir almayı düşünüyordum.
Gözüm Mehtap’a kaydığında tabağına koyduğum etleri yiyordu. Arap salatasını beğenmeyerek kenara ayırdığını gördüğümde bunu kafama not ettim. Evimizde Türk yemekleri yapan birinin olması şarttı. Belli ki Mehtap, kendi kültürünün yemeklerini seviyordu ve Arap yemekleri ona göre değildi.
Aklımdaki düşüncelerden sıyrılıp Meto’ya döndüm. ‘’Geç kalırsan bitebilir ona göre, on dakikaya burada ol.’’
Mehtap, Meto’nun uğruna uçarak geleceği dana döşünden alınca, çatalı ağzına götürmesine engel olup baharat sosuna bandırdım. Bana soru dolu gözlerle baksa da ona cevap vermeyerek bileğini yüzüne hareket ettirerek bıraktım.
Meto, ‘’Buradaki işimiz bitti. Uçağı bu akşama mı hazırlatayım yoksa yarın mı Umman’a yola çıkacaksın, abi?’’ diye sordu. Ben de Mehtap’ın eti yerken ki tepkilerini kaçırmamak için, “Tamam Meto, detayları geldiğinde konuşuruz,” diyerek telefonu kapattım.
Mehtap tepki vermeden eti ağzına götürdü. Et hoşuna gitmiş olacak ki minik mırıltılar eşliğinde zevkle eti yedi. Onun bu iştahlı görünüşü hoşuma gitmişti.
Telefonu kapattıktan kısa süre sonra Meto da restorana gelerek bize katıldı. Yemek boyunca Mehtap'la ilgilenmeye devam ettim. Tabağında azalan etleri yeniledim ve onu doyasıya izledim.
Meto’nun bana attığı şaşkın bakışlar üzerine onu gözlerimi kısarak uyardım. Mehtap’ın rahatsız hissetmesi en son isteyeceğim şeydi. Ama Meto önündeki etleri yemek yerine gözlerini kocaman açarak sürekli bize bakıyordu. Onu her uyardığımda da İlknur Hanım'la konuşma çabasına giriyor ve aslında bir nevi İlknur Hanım'ı oyalıyordu.
Garsonu yanımıza çağırarak Mehtap için limonlu soda siparişi verdim. Bana mahcup şekilde, ‘’Serhat Bey, giderken biz alırdık. Daha şimdi yedik zahmet etmeseydiniz,’’ dedi.
Ne zahmeti sen restoranı iste üstüne yapayım, dememek için kendimi zor tuttum. Bir limonlu sodanın lafı olmazdı, onun bu bakışları karşılığında neler yapmazdım.
Bana hâlâ Serhat Bey demesi üzerine, ‘’Serhat desen sadece?’’ diye sordum. Bana ismimle hitap etmesini istiyordum.
Karşımızda birbirleriyle konuşan Meto’ya ve İlknur Hanım'a baktı. ‘’Uygun olmaz, efendim.’’
Efendim sensin ben anca kölen olurum, güzelim.
‘’Estağfurullah, o sensin,’’ diyerek mırıldandım.
‘’Türkçe’yi bayağı güzel konuşuyorsunuz. Arapça konuşmanızı hiç duymadım açıkçası merak ettim.’’ dediğinde gözlerinin içine daldım.
‘’Ay tenli kadın.’’
Tabii Arapça konuştuğum için anlamadı. Merakla, ‘’Ne demek?’’ diye sordu. Ona cevap vermeden gülümseyerek önüme döndüm. Ne dediğimi anlasaydı kafamı kıracağına adım kadar emindim. O yüzden yuvarlak cevaplar vererek konuyu kapatmaya çalıştım.
Bir süre sonra kalkmaya karar verdiler. Daha fazla kalmaları için bir şeyler düşünmeye çalışıyordum ama maalesef aklıma hiçbir bahane gelmiyordu. Mehtap'ı biraz daha görmek mümkünse konuşmak istiyordum. Onun hakkında öğrenmem gereken çok fazla şey vardı ama ayda yılda bir olan bu buluşmalar, ne yazık ki yakınlaşmamıza izin vermiyordu.
Mehtap'la haftalar sonra yüz yüze gelmiştik ve o da şimdi bitiyordu. Yanımdan gitmesini hiç istemiyordum ve buna alışmam gerekirken her seferinde bu duruma katlanmak daha zor geliyordu.
Önde Meto arkasında Mehtap ve onun hemen arkasında da ben çıkışa ilerlemeye başladık. Bir yandan buradan sonra nereye gideceklerini İlknur Hanım'dan öğrenmeye çalışıyordum. Mehtap’ı hastaneye bırakacağını öğrenince içten içe sevindim çünkü bu, Mehtap’ı gece boyunca görebileceğimin habercisiydi. Umman’a dönmeden önce doyasıya bir gece daha yüzünü izleyebilecek ve belki şanslıysam kokusunu içime çekebilecektim.
Mehtap, önümde bir anda durunca göğsüm sırtına çarptı. Ne olduğunu anlayamadan önce Mehtap'a sonra hemen önündeki Meto’ya baktım. Sanırım Meto durunca Mehtap ona temas etmemek için yürümeyi bırakmıştı. Mehtap'ın burnuma dolan kokusuyla resmen yumuşadım. Birbirimize o kadar yakındık ki saçlarının o güzel kokusunu buram buram alıyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı, bu kokunun verdiği huzurla uyumayı düşledim.
Bana çekingen gözlerle bakarak döndüğünde onun aksine gülümseyerek yüzüne baktım. O kadar güzeldi ki insanı çileden çıkartabilir hatta delirtebilirdi. O esmer teni, dolgun dudakları, biçimli kaşları ve orantılı burnuyla insanın kalbini yerinden sökerdi.
Dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi aralandı sonra da afallayarak birbirine bastırdı ve sesli şekilde yutkundu. Dudaklarının kıvrımı beni kendine çekiyordu. Etrafımızdaki herkesi unutmuş gibi ona ve dudaklarına bakmaya başladım. Birbirimize olan yakınlığımız can acıtıcıydı çünkü başımı hafifçe eğersem dudaklarım dudaklarına değerdi.
Bunu yapmamamın tek nedeni, onun vereceği tepkiden çekinmemdi. Genelde yüzüme her an tokat indirecek gibi baktığı için hiçbir tepkisini kestiremiyordum. Benim için tam anlamıyla kapalı bir kutuydu, duygularını anlayamıyordum.
Meto’nun, ‘’Pardon, Mehtap yenge. Buyur sen geç,’’ diyerek önünden çekildiğini fark ettim.
Mehtap hızla kendisini dışarıya attı. Ben de arkasından ilerlemeye başladım.
Meto yanımdan yürürken konuştu. ‘’Abi, neler oluyor ya? Seni daha önce hiç böyle görmedim.’’
‘’Hiç sorma, Meto.’’ Başımı iki yana salladım. Dışarıya çıkınca Mehtap, yavaşça Meto’ya döndü. ‘’Teşekkür ederim, Metehan Bey.’’
Meto her zamanki hâliyle sitem etti. ‘’Aşk olsun, Mehtap yenge. Meto de lütfen.’’
Bana aşık olur... ‘’İnşallah,’’ diye mırıldandım. Arkamdan gelen İlknur Hanım'la el sıkıştık.
İlknur Hanım bana gülümsedi. ‘’Bu güzel yemek için teşekkür ederiz, Serhat Bey.’’ Ardından Meto’ya döndü. ‘’Bursa’da iskender yemek de benim sözüm unutmadım. Siz de unutmayın, Meto Bey.’’
Onlar kendi aralarında konuşurlarken ben, Mehtap’a elimi uzattım. Büyük bir beklentiyle elimi tutmasını beklerken o bir bana bir de elime garip şekilde baktı. Tutup tutmamakta kararsız kalmış gibiydi. Ona güven veren bir ifadeyle elimi işaret ettim. O da elime uzanarak nazikçe sıktı ve varla yok arası bir tebessümle, ‘’Her şey için teşekkür ederiz, Serhat Bey,’’ dedi.
Hâlâ bana Serhat Bey demekte kararlı gibiydi ama bana ismimle sesleneceği günlerde gelecekti, biliyordum. Tebessümlerinin dolu dolu gülümsemeyle yer değiştireceği günlerinde geleceği gibi… Mehtap'ı mutlu etmek için elinden geleni yapacaktım.
‘’Bey’i kaldıramıyoruz yani?’’ diye sordum. Kaşlarını hafifçe çatıp başını olumsuz olarak salladı. Elini çekmeye çalıştığında hiç bırakmak istemedim. Sonra bu yaptığımın yanlış olduğunu fark edip yutkundum ve elini serbest bıraktım.
Önce arsada koluma tutunmuştu şimdi ise elini sıkabiliyordum. Sanırım ilişkimizde bir ilerleme söz konusuydu. Kendi kendime gelin güvey olmamaya çalıştıkça bu anın bitmemesini diliyordum.
‘’Peki o zaman, öyle olsun.’’ İleride aramızdaki bu soğuk duvarları illa ki yıkacaktım. Zamanım vardı, Mehtap’ın kalbini kazanmak için elimden geleni yapabilirdim. Hanımları uğurladıktan sonra aracın otomatik kapısı açıldı. Korumalar eşliğinde arabaya binip arka koltuklara kendimi bıraktım. Hemen karşıma da Meto oturdu.
‘’Kolun nasıl oldu, abi?’’ diye sordu.
‘’Daha iyiyim, Meto. Bugün arazide kanadı, sargısını değiştirdim sorun yok.’’
‘’Havaalanına mı geçiyoruz? Yoksa gitmek istediğin başka bir yer var mı?’’
‘’Hastaneye gidelim.’’
Meto endişeyle, ‘’Daha iyi olduğunu söylemiştin. Dikişlerin mi açılmış, abi?’’ dedi.
Kendi kendine düşünüyormuş gibi mırıldandı. ‘’Tüh, bilseydim iki dakika Mehtap yengeden rica ederdim. Dikişlerini kontrol eder olmadı yenilerdi.’’
Anlamayıp ona baktım. ‘’Mehtap mı?’’
‘’Evet, İlknur Hanım söyledi. Dikiş atmayı biliyormuş, hastanelerle pek haşır neşirmiş. Arkadaşları da çok fazla yaralandığı için Mehtap yenge onlara bakarmış.’’ Hangi arkadaşları? Arkadaşlarının sürekli dikiş gerektirecek nasıl bir durumları varmış?
‘’Mehtap’ın teyzesinin kaldığı hastaneye gidiyoruz,’’ dediğimde Meto şaşırdı.
Merakla, ‘’Sen gerçekten ondan hoşlandın mı şimdi?’’ diye sordu.
Kararlı şekilde konuştum. ‘’Hayır, Meto! Köpek gibi aşık oldum.’’
Daha da büyük şaşırarak, ‘’Ne oldun?’’ diye sorunca, Sence ne oldum? der gibi baktım.
Olduğu yerde kıpırdandı. ‘’Abi, yanlış duydum sandım da…’’ Dikkatle bana baktı. ‘’Sen şimdi... âşık mı oldun?’’
Tüm yolculuk boyunca beni defalarca kez darladı. İkimizin geleceğinin nasıl olacağını kafasına konduramıyordu ki haklıydı ama hislerim, gözümü kör ettiği için geleceği düşünerek hareket etmiyordum. Sadece Mehtap'la mutlu olma hayalinin peşindeydim.
Kafamı sağa sola sallayarak, ‘’Meto... Meto... Meto... Ah! Meto...’’ diye söylendim.
Kaşlarını çatarak, ‘’Abi hoşlandığın kişi ben değilim ki, Mehtap. Bana mı hâlleniyorsun anlamadım ki?’’ dedi. Az önce Mehtap yenge demiyor muydu bu adam?
İstemsizce, ‘’Yenge,’’ diye düzelttim.
‘’Yenge mi?’’
‘’Yengen, değil mi?’’ dedim hayretle. Öyleydi çünkü benim sevdiğimse onun yengesiydi.
Meto, anında beni onayladı. ‘’Mehtap yenge, yengem tabii abi.’’
Arabanın hastanenin önünde durması üzerine arabadan inmek için hareketlendim.
‘’Aferin, Meto. Şimdi git 50 adet beyaz gül getir, yengenin yoluna serelim.’’
Meto’nun omzunu sıvazlayıp arabadan indim. Başını iki yana sallayıp şaşkın bir şekilde bana baktı ve sonra yanımdan ayrıldı. Biliyordum, kırk yıl düşünse böyle bir şey aklına gelmezdi. O yüzden şaşırmakta kendince haklıydı.
❀ ❀ ❀
Umman’ın Sultanı Majesteleri Şeyh İlyas, şu an sadece kalbinin sesini dinliyordu ve ona göre hareket ediyordu. Ay tenli bir kadına tam anlamıyla vurulmuştu. Geleceğin bilinmezliği ise onu korkutsa da tamamen görmezden geliyordu.
Mehtap Adal, bir anda onun hayatının merkezi hâline gelmişti ve bu inkar edilemez düzeyde hislerinin bir yansımasıydı. Serhat arsadaki konuşmalarını düşünüp Mehtap’ın da beğeneceği ve yuvası olarak görebileceği bir ev inşa ettirmek istiyordu.
Kader ağlarını çoktan örmüş, iki gencin vereceği kararları bekliyordu.
Serhat Arslan, Mehtap'ı ikna edebilecek mi? Mehtap... Serhat'ın kimliğini öğrenebilecek mi?
Umman Sultanı... Geçmişinden gelen yaralarından güçlenmiş bir kadın...
“O güne geri dönebilseydim yine de elini tutardım. Tüm acılara rağmen... Ne yaşarsak yaşayalım... Ben sen oldum, sen de ben...”
Devamını okumak istersen hemen abone ol 👇 Kısa süreliğine indirimli! 08, 09 ve 10. bölümün tamamının kilidini açmak yalnızca 1,99 TL... Tek seferlik ödeme - 1 yıllık erişim
Daha fazlasını okumak ister misiniz?
Bu özel yazıyı okumaya devam etmek için ruyambooks.com sitesine abone olun.
.png)




