top of page

[21+] 04. BÖLÜM - İKİNCİ ŞANS - ARVEN I

Güncelleme tarihi: 8 Eki

ree

Arven ~

“Bu odaları bilerek mi beyaza boyuyorlar acaba?” diye kendi kendime söyleniyordum. Akşam yemeğini yedikten sonra odamda dinlenmeye çekilmiştim.

Kafamı odada bulunan masaya çevirdim. “Şuraya bir kahve makinası şart oldu. Canım istiyor ulaşamıyorum.” dedim.

Yerimden kalkarak masaya ilerledim ve sandalyeye oturdum. Elime kalemi alarak çevirmeye başladım.

Şimdi İtalyan mafya babasının, bu taraflardan kiminle işbirliği içinde olduğunu bulmam gerekiyordu. Annemi öldürmelerinin nedeni, muhtemelen onlara göz açtırmamasıydı.

Geçen hafta yakaladığımız beş adamdan biri, işkencelerime dayanamayarak doğudaki aşiretlerin biriyle anlaştıklarını söylemişti. Ama kimdi? Hangi aşiret, babamdan korktuğu halde bu anlaşmayı yapabilmişti?

Birleşik Arap Emirliği Kralı Saeed’in İtalyanlar ile arasındaki husumeti herkes biliyordu, Araplar bu konuda hiçbir şey yapamazdı. Bu durumda İtalya’ya silah sevkiyatı buradaki sınırdan mı yapılıyordu?

Kim olabilir? Benden korkmayan bu ahmak aşiretin başı kimdi? Her yerde İtalya’nın mafya babasını aradığım, bulduğum yerde ümüğünü sıkacağım bilindiği halde, ona kim Türkiye’den yardım edip üstüne bir de bunu saklayabiliyordu?

Kağıda BAE, Türkiye, İtalya arasında bir üçgen çizdim. İkisi kontrolüm altındaydı, biri değildi. İtalya’nın üstünü yuvarladım. Tiziano Morricone!

İsmi bile Tazmanya Canavarı gibi! İsminin üstünü karalayarak, sadece TAZ yazdım.

“Seni bulacağım Taz! Sonra da altından girip üstünden..” derken, bir anda odamın kapısı açıldı. Bu saatte kim gelmişti, hemde böyle destursuz?

İçeriye geçen gün beni tanıyor mu diye şüphe ettiğim hasta bakıcı girdi. Sonra da “Buyurun ağam.” diyerek birilerini içeriye çağırdı.

“Noluyor ya!? Hayırdır, destursuz öyle içeri mi dalınır?” diye sordum.

İçeriye iki iri yarı adam girdi. Bana sökmezdi ama başka biri görse kesin bunlardan korkardı.

İçlerinden biri, “Bacım sen Asrın Adal mısın?” diye sordu. Şimdi evet mi demeliydim, yoksa hayır mı?

“Kimin sorduğuna göre değişir.” diye cevap verince, arkasındaki adam sessizce güldü.

Benimle konuşan adam, arkasındaki adama ters bir bakış attıktan sonra bana döndü.

“Hazırlan, ağam seninle görüşmek istiyor.” dedi. Ağası kimdi ki bunun? Yoksa çıkma zamanım mı gelmişti? Beni Meto’ya götürecek olabilirler miydi?

“Siz şimdi beni buradan mı çıkaracaksınız?” diye sordum. Adam kafasını sallayarak, “Evet.” dedi.

“Nasıl?” diye sordum. Arkasındaki az önce gülen adam, “Benim ağamın emri üstüne laf söylenmez buralarda. Hadi alacağın bir şey varsa al yanına, gidelim.” dedi.

Kararsız kalarak ayağa kalktım ve üstüme hırkamı aldım. “İyi gidelim bakalım, kimmiş sizin şu ağanız.” dedim.

Meto’nun adını vermemiştim, çünkü hasta bakıcının gözleri fıldır fıldırdı. Böyle adamları iyi tanırdım, para için her şeyi yaparlardı.

Klinikten çıktığımızda gözlerim avludaki görevlilere takıldı. Korumam Mahmut gözlerini kısmış bize bakıyordu. Elimi yumruk yapıp, dümdüz açtım ve iki kere sağa sola salladım. Bu aramızda müdahale etmeyin ve bizi takip edin demekti.

Mahmut anında Canberk’e haber vermek için telefonuna sarıldı ve mesaj gönderdi. O sırada biz dış kapıya ulaştık. Az önce gülen adam benim için arabanın kapısını açtı. Benimle konuşan adam da, bize ters şekilde bakarak sürücü koltuğuna geçti.

O sırada kapımı açan adamın kafasında kırmızı bir nokta belirdi. Benim keskin nişancılar etraftaydı, umarım Canberk ve Mahmut herkese haber uçurmuştur. Yoksa burada baya ses çıkacaktı. Gözlerim usulca kliniğin kapısındaki kameralara kaydı.

Arabanın içindeki adam, “Hadi binsenize! Geç kalıyoruz.” dediğinde, arabanın arka koltuğuna oturdum. Diğeri de kapımı kapatarak ön koltuğa geçti.

“Adınız nedir?” diye sordum. Sürücü koltuğundaki sanki düşmanına bakarmış gibi, “Napıcan bacım?” dedi. Gözlerimi devirerek, “İçimden sürekli sizi betimleme yaparak tarif etmekten sıkıldım.” dedim.

“Hanımağam, ben Baran.” dedi, eliyle arabayı süreni işaret ederek, “Kuzenim Baver ağa.” dedi.

Sadece “Memnun oldum.” dedim.

Birkaç saat sessizce yol aldık. Baver, Baran’a “Dün teslimatta bir sorun çıkmadı, değil mi?” diye sordu. Baran, “Yok ağam, her şey sorunsuz gitti.” dedi. Ne teslimatından bahsediyordu acaba?

Baver, “Kalender Kandemir’in adamları?” diye sordu. Duyduğum isimle direkt konuşmalarına odaklandım. Baran kafasını olumsuz olarak salladı.

“Yok ağam, sadece Deccal hiç durmuyor. Yine her yerin altını üstüne getirmiş.” Daha siz durun, Taz’a kim yardım ediyor bir bulayım, o zaman göreceksiniz katliamı!

“Millet Reis denildiğinde, o karıya bulaşmamak için anında yanımızdan uzaklaşıyor. Resmen cenabet gibi çöktü üstümüze, kimseyle anlaşamıyoruz.” dedi. Bunlar ne işler çeviriyordu ki, kimse korkusuna yardım etmiyordu?

Farkındalıkla uyuklayan gözlerim açıldı. Bunlar Meto’nun adamı değildi. Lanet olsun! Kimdi bunlar, ne çeviriyorlardı?

Baver’in cevap vermeyeceğini tahmin ederek, “Baran, beni nereye götürüyorsunuz?” diye sordum. Baran bana dönerek, “Hanımağam, sizi Candar’ların konağına götürmemiz emredildi. Ağam sizi getirmemizi istedi.” dedi.

Candar ailesi? Önemli aşiretlerden biriydi sanırım, bir yerden hatırlıyordum ama çıkaramadım. Ah be! Yanımda Bekir amca olsa ne güzel olurdu. Şu an onun muhteşem hafızasına ihtiyacım vardı.

Baver Baran’a uyaran bakışlar attığında, Baran sessizce önüne döndü.

“Bu kadına bir de açıklama mı yapıyorsun?” diye iğneleyici şekilde Baran’a söylendi. Bu kadına derken? “Hanımağa da deyip durma, anam duyarsa seni ipe dizer.” dedi.

Bir süre sonra gösterişli bir konak evinin önünde durduk. Kafamı kaldırarak konağın eski sütunlarına baktım. Yakın zamanda restorasyondan geçtiği belliydi.

Böyle konaklardan birkaç tane, buralarda bir yerlerde bizimde olmalıydı. Ama kim bilir neredeydi? O kadar gayrimenkul yatırımımız vardı ki, hepsini bilmem imkansızdı.

Konağa girdiğimizde, etrafta gezinen hizmetlilere ve beli silahlı korumalara gözüm kaydı. Umarım bizimkiler hızlı mevzilenirdi, burada işler karışacak gibi gözüküyordu.

Konağın avlusunda başında siyah yazma olan bir kadın, ellerini dizine vurarak ahlanıp vahlanıyordu. Cenaze evine mi gelmiştik? Etraf bir hayli kasvetliydi.

Kadın beni gördüğünde, direkt ayağa kalktı ve üstüme yürüdü. “Seni şeytanın iblisi! Bunca zaman sonra haneme ateş düşürmeye mi geldin?” dedi.

Üstüme saldıracakken kıvrak bir hareketle, avludaki oturma grubuna ilerledim. Burada yan yana oturan birkaç adam vardı.

“Teyze, iblis şeytanın arapçası zaten. Birini söylemen yeterli.” dedim.

Kadın bana daha da kinlenerek, “Hele şunun konuşmasına bak! Tohumunu da kabul ediyor.” dedi. Sonra ayılıp bayılıyormuş gibi yapıp, “Saklandığı delikten çıkmış, karşımda nasıl da saygısızca konuşuyor!” diyerek söylenmeye devam etti.

Bu kadın kimdi ki? Etraftaki adamlarda gözlerim gezindi. Baver, kadını sakinleştirmeye çalışıyordu. “Ana, bak tansiyonun çıkacak gene. Az bir dur, abim gelsin.” dedi.

Kadın beni göstererek, “Bu iblis bende tansiyon mu bıraktı da, inip çıkacak?” dedi.

Sonra konağın yukarısına bakarak, “Reis!” diye seslendi. Kadına dönerek, gayet rahat şekilde “Efendim?” dedim. Bir anda bana seslendiğini düşünmüştüm, Reis bendim.

Kadın ateş gibi yanan gözlerini üstüme çevirdi. “Ah bir de efendim diyor.” Yeniden sesini yükselterek, “Reis! Bu karı bu eve gelin diye girerse, ananı ölmüş bil oğlum.” diye bağırdı.

Kadına, “Yalnız karı demesek, kadın daha doğru bir hitap şekli. Feminist damarlarım kabarıyor da.” dedim. Bu sefer avludaki herkesin bakışları üstüme toplandı.

“Neyse siz canınız nasıl istiyorsa öyle devam edin.” diye mırıldandım.

Kadın feryat figan etmeye devam ediyordu. Resmen başımı ağrıtmıştı.

Oturma grubundaki boş koltuğa, sol kalçamın üstüne yayılarak oturdum. Tüm gözler hala üstümdeydi. Biri bana bir açıklama yapacak mıydı acaba?

Yanına oturduğum adamlar bana tip tip bakıyordu. Bende gözlerimi onların üstüne diktim.

Kim bana böyle bakmaya cüret edebilirdi ki? Kendilerini ne sanıyorlardı? Gözlerini oyup ellerine vermeme şu kadarcık kalmıştı.

Yanımdan geçen hizmetliye, “Canım bana bol şekerli bir kahve yapabilir misin? Gece gece düştük yollara, ayılayım.” dedim. Kız belki de benimle yaşıttı. Bana ve yanımdaki adamlara çekinerek baktı. Sonra da ayılıp bayılan kadına göz ucuyla baktı.

Siyah yazmalı kadın, “Bu bir de evimde canı istediği gibi yiyip içecek mi?” dedi. Reis demeyi bırakarak bu sefer, “Argun Ağa!” diye bağırmaya başladı.

Hizmetli kız ne yapacağını bilmiyormuş gibiydi. “Hadi kızım, Allah boş duranı sevmez. Koş mutfağa, yap kahvemi.” dedim. Söylediğimle komut almış gibi hızlıca, köşedeki bir yere girdi. Sanırım orası mutfaktı.

Zaten burada fazla kalmazdım. Belli ki bir yanlış anlaşılma vardı, olayı çözer sonra tımarhaneme geri dönerdim. Ya da hazır çıkmışken, yerime birini koyarak yarım bıraktığım işi tamamlardım. Yakında avucumda olacaksın Taz, ensendeyim.

Hizmetli kız kahvemi ve suyumu masaya bıraktı. Kafasını hiç kaldırmadan gerisin geri köşesine döndü. Yanımdaki adamlar kendi aralarında, bana garip bakışlar atarak söyleniyordu. Ama ne dedikleri gram umurumda olmadığı için onları dinlemedim.

Baver ve Baran, hala yaşlı kadını sakinleştirmeye çalışıyordu. “Şu aşüfteye bak! Bir de ağaların arasında nasıl oturuyor.” dedi. Şöyle ciddi bir şekilde yanımdaki adamları süzdüm.

Onlar benim bakışlarımdan rahatsız olarak, benim dışımda her yere bakmaya başladı. Buraların ağaları bunlar mıydı? Hepsini cebimden çıkarıp mendil diye sallardım. Ağa dediğinin bir çekiciliği, bir ağırlığı olması gerekmez miydi? Peh! Hiçbirini beğenmedim.

Kahvemi içerken konağın üst katlarından, biri genç diğeri yaşlı iki erkek inmeye başladı. Yaşlı olanın gözleri, ellerini dizlerine vuran yaşlı kadını buldu. Genç olanın gözleri ise direkt beni buldu. Onu hiç çekinmeden aşağıdan yukarıya süzerken, bir yandan da kahvemden yudumlamaya devam ettim.

Başı dimdikti. İşte bu adam, gerçek bir ağa çekiciliğine sahip olarak doğmuştu. Esmer bir teni vardı, saçları gür ve kahverengiydi. Saçlarının arasında yeni doğan güneşin ışıltıları gizlenmişti.

Güneşin ışığı bazı saç tutamlarını sarı gösteriyordu. Bedeni ise heybetliydi, kaslı biri olduğu takım elbisesinin üstünden belli oluyordu. Rahmetli annem olsaydı, burada diyeceği çok güzel cümleler olurdu.

Babam sırf annemin kaslı erkeklerden hoşlandığını öğrendiği için, yıllarca kas geliştirmişti. Bu yaşında hala kaslı ve karizmatikti.

Tanıştıklarında da annem, babamın ilk kaslarından, sonra da merhametinden etkilenmiş. Yani en azından ben öyle biliyorum. Babam anneme yıllarca aşıkmış. Annem ise babama ilk görüşte aşık olmuş. Hep öyle anlatırlardı.

Yıllarca aşklarına şahit olarak büyüdüm. Böyle bir aşkın içinden, ben nasıl böyle duygusuz ve acımasız çıkmıştım? İşte orası bi’ tuhaftı.

Annem, hep babasına benzediğimi söylerdi. Takıntılı bir kişiliğim olduğu için, aşk konusunda dikkatli olmalıymışım falan filan. Ama hiç o tarz duygulara hayatımda yer olmamıştı.

Siyah yazmalı yaşlı kadın, merdivenlerden inen adamların önünü kesti. “Argun ağam, kulun kurbanın olayım etme. Gebert bu iblisi! Yapma nolursun, bu karı konağa ölümden başka bir şey getirmez. Lanetlidir bu!” dedi. Benden mi bahsediyorlardı?

Argun ağa dediği, genç olan mıydı yoksa yaşlı olan mı?


Sonraki Bölüm İçin Aşağıdaki Resme Tıklayın!

👇 👇 👇 👇 👇

Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.
İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
Etkinliğe 36 gün kaldı
13 Ara Cmt
Büyükçekmece
Muhtemel Yaklaşan İmza Günü - Ulysses Yayınları Fuar'da olacak ancak Yazar Ruyam'ın katılımı bir hafta önceden belirlenip duyurulacaktır. Fuarlarda katılacak kişi sayısının etkisi fazladır. Katılmayı düşünenler ya da katılacağına emin olanlar kayıt oluşturmayı unutmasınlar... Tarih ve saat belirsiz.
bottom of page