top of page

[GÜNCEL] 09. BÖLÜM - SAĞANAK YAĞIŞ 💦💦 - MEHTAP I

Güncelleme tarihi: 6 Eki

ree

Serhat ~

Arkadaşım Saeed'la birlikte, Jad’ın çiftlik evine gelmiştik. Biraz dertleşerek zaman geçirmek istedik. Jad’ın hayatındaki değişiklikler ve Saeed’in aniden terk edilmesi üzerine kafa karışıklıklarını dinledim.

Saeed, Birleşik Arap Emirliğinin ve dolayısıyla Abu Dabi’nin prensiydi. Jad ise Suudi Arabistan Veliaht Prensi'ydi. İkisiyle de çocukluğumdan beri birlikte büyümüştüm.

Aynı ekibin parçası olmamızın yanı sıra, Jad benim askeri partnerimdi. Birbirimizden tamamen sorumluyduk, bu yüzden tek vücut gibi davranmak zorunda kalırdık. Jad’da ben de yaptığımız hatalardan, canımızdan ve sorumluluklarımızdan yükümlüydük.

Saeed ise Reis’in partneriydi ama onlar açısından durum çok karışmıştı.

“Anlamıyorum, ona evlilik teklifi edeceğim gün...” dedi Saeed aniden. Sonra içkisinden bir yudum alarak, “Beni neden terk etti? Ben elimden geleni yapmadım mı? Tamam bazı şeyleri ona söyleyemedim kabul, ama iyiliği içindi!” diye isyan etti.

Arya Reis ile yaşadıkları mutlu ilişki, bir günde tepetaklak olmuştu ve Saeed bir türlü bunu kendine yediremiyordu.

Jad sinirle güldü. “Sevgililer gününde de terk etmezsin ya, pes doğrusu.” dedim. Hepimiz Arya Reis’i severdik, ama verdiği kararı asla anlayamamıştık.

“Yarın gidip konuşacağım!” dedi Saeed. “Bana bir açıklama borçlu, yeniden kendine sıfırdan bir hayat kurdu. Saeed ne yapacak hiç düşündü mü?” diye sordu.

Muhtemelen Arya, bu sefer ya Saeed’i götünden vuracak ya da yüzüne okkalı bir osmanlı tokatı indirecekti. Son konuşmalarında açıkça Saeed’i yanına yaklaşmaması konusunda uyarmıştı. Ve Arya, her zaman söylediği sözleri yerine getirirdi.

Saeed’in omzuna teselli vermek için dokundum ve hafifçe sıktım. “Kahraman ile konuştun mu? Yardımcı olabilecek biri varsa, o da Kahraman'dır.” dedim.

Kahraman, hem ekibimizin Türkiye ayağındaki operasyonlardan sorumlu üyemiz hem de Arya’nın en yakın arkadaşıydı.

Saeed, kafasına bardağı dikleyerek tüm içkisini bitirdi. Ardından kafasını geriye yaslayarak rahatça koltukta yayıldı.

“Uyuyamıyorum! Arya’mın kokusu olmadan yaşayamıyorum. Bana gülmediği her gün, sanki cenazem çıkıyor bedenimden.. yaşayamıyorum.” dedi.

Yeni yeni tanımaya başladığım bu hislerle, Saeed’e ister istemez hak vermiştim. Ben de Mehtap’ı sürekli yanımda istiyordum. Onsuz olmak canımı çok yakıyordu.

Bir de Mehtap ile sevgili olduğumu, onu istediğim gibi öpüp koklayabildiğimi, sarılabildiğimi ama sonra ansızın beni terk ettiğini düşündüm. Resmen mahvolurdum, Saeed’in yaşadıkları kolay değildi.

Saeed “Peki o nasıl bensiz bu kadar mutlu? Hiçbir şey yokmuş gibi davranabiliyor. Yüzüme ruhsuz şekilde bakabiliyor?” diye isyan etti.

Birbirlerini sevdiklerini biliyordum, bu duruma nasıl gelmişlerdi anlayamadım.

“Sırf Arya ile evlenebilmek için kaçtığın sorumlulukları bile kabul ettin. Hayır hepsini geçtim, herkes Raşid Khalil’le arandaki husumeti biliyor. Sırf Arya için sineye çektin ve onun desteğini kabul ettin.” dedim.

Jad duyduklarından memnun olmamış gibi kafasını olumsuz olarak salladı. O, Arya’nın haklı olduğunu düşünüyordu. Ya da onun açısından olayları bilmediğimizi dile getiriyordu. Yine de bizi buraya Saeed’i teselli etmek için çağırmıştı, çünkü aşkına inanıyordu.

Jad “Aile yemeğine kuzenin geldiği için, yanlış anlamış olmalı. Evleneceğin kadının kendisi olmadığını düşünüyor olabilir, bence açıklama yaparken ona her şeyi anlatmalısın. Aranızda sır olmamalı, onu üzse de her şeyi öğrenmeli.” dedi.

Aslında söyledikleri mantıklı gelmişti. Biz konuşmaya devam ederken, Meto aniden salona daldı.

Şaşkın şekilde, “Meto?” diye sordum. “Abi yetiş!” dedi. Kaşlarımı çatarak ne demek istediğini anlamaya çalıştım.

Üstü dışarıdaki yağmurda uzun zaman kaldığını teyit eder şekilde, sırılsıklamdı. “Abi...” dedi ve ellerini dizlerine koyarak derin nefesler aldı.

Sanki dakikalardır koşuyor gibi bir hâlı vardı. Aklıma gelen kötü ihtimalle yerimde dikleşerek, “Ay tenlime bir şey mi oldu?” diye sordum.

Kafasını olumlu sallayarak bana baktı. Hemen yerimden kalkarak Meto’nun yanına gittim. Jad ve Saeed şaşkın şekilde bize bakıyordu.

Meto’nun omzundan tutarak onu dikleştirdim. “Ne oldu oğlum! Düzgün şekilde anlatsana?” diye çıkıştım.

“Abi şimdi ben merkeze gittim ya market yapmaya...” dedi. Kafamı sallayarak onu onayladım.

“Dönüşte baktım bizim birkaç ev ilerimizde bir sürü adam var. Hepsi izbandut gibi birkaç tanesi takım elbiseli falan.” dedi.

Panikle “Kısa kes Meto, yengenin olayına gel!” dedim.

Meto dışarıyı göstererek, “Dedim aha abimlere biri baskın yaptı. Bizden de az adamla gelmiştik çünkü, biliyorsun.” dedi.

Sabırsızlığımın zirvesindeydim. “Meto bana masal anlatma, kısa kes!” diye sesimi yükselttim.

“Neyse işte her şeyi göze alarak adamların yanına yaklaştım. Bir de ne göreyim, ellerinde yengemin resmi!” dedi.

Dudaklarım şaşkınca aralandı. Düşmanlarım Mehtap’ı öğrenmesin diye yakınına bile yaklaşmıyor, onunla haftalardır görüşmüyordum.

“Sonra biri çıktı dedi. ‘Mehtap, av sırasında kaybolmuş. Fırtınadan dolayı nehir taşmış, bir an önce dağılıp bulalım.’ O böyle söyleyince ben de koştur koştur buraya geldim.” dedi.

Mehtap, av sırasında kaybolmuş muydu? Kafamı cama doğru çevirip sağanak yağışa baktım. Siktir! Bu havada orman gibi bir yerde yalnız mıydı?

“Hemen bizim adamları da organize et! Bizde çıkalım.” dedim ve hızlıca telefonumu elime aldım.

Jad yerinde doğruldu, aramızda iz sürme konusunda en iyilerden biriydi.

“Benimkiler dışarıda mı?” diye sordu Meto’ya.

Meto karşısında bir prensin olduğunun bilincinde oldukça saygılı şekilde “Birazı dışarıda efendim, diğerleri hizmetli evindeler.” dedi.

Jad bana dönerek, “Yanımızda takip dronları olacaktı, benimkilerle birlikte çıkalım. Bu havada karadan aramaktansa havadan arama daha kolay olur. Hem ormanlık alan baya büyük.” dedi.

Endişeli şekilde onu onayladım. Mehtap’ı tanımıyor ya da onun hakkında bilgi sahibi değildi ama endişemi görerek bana yardımcı olmak istemişti. Partner olmak, bunu gerektirirdi. Birbirimizi etle tırnak gibi tanırdık.

❀ ❀ ❀

Mehtap’ı aramaya başladığımızdan beri saatler geçmişti.

Bu sırada bizim birkaç ev ilerimizde ki çiftliğin, onun çalıştığı KAN mimarlığın sahibinin olduğunu da öğrendim. Aynı zamanda gün içinde Kalender Kandemir’de oradaymış.

Mehtap’ı arayan adamlar da zaten hâlihazırda onun adamlarıydı. Birkaçının Mehtap’ın arkadaşları olduğu bilgisine de ulaşmıştık ama içeriden bilgi almak zor olduğu için kesinliği yoktu.

Jad’ın bahsettiği dronlarla bizden çok sayıda adamları olsa da onlardan fazla yer aramıştık.

Meto, “Bulmuşlar abi!” diyerek çamura bata çıka yanıma geldi. Telsizle aldığımız koordinatlara hızlıca ATV’ye binerek ilerledim.

Hem bu fırtınalı sağanak yağışdan hem de yerlerin yapış yapış olmasından dolayı ATV’yi sürmek zorlaşıyordu. Ama Mehtap’ın güvende olup olmadığını bilmediğim için korkuyordum.

Saatlerdir ormanda yalnızdı ve başına bir şey gelmiş olabilirdi. Üstelik gündüz hava sıcakken yağmur bir anda bastırmıştı. Belki üstünde onu soğuktan koruyacak bir şeyi de olmayabilirdi.

Tüm bu düşünceler, bedenimden geçen ürperti ile birleşti ve nefes alamayacak hâle geldim.

Tam o sırada büyük bir ağacın altında, kollarını bacaklarına sarmış şekilde öylece oturan Mehtap’ı gördüm.

ATV’nin sesini duyunca olduğu yerde kafasını kaldırarak, “Nerede kaldınız ya!? Götüm dondu burada!” diye çıkıştı.

Cümlesi bittiği gibi göz göze geldik. Ardından şaşkın şekilde hayal görüyormuş gibi gözlerini kırpıştırdı. Yüzü bembeyazdı, fazlasıyla üşüdüğü belliydi.

Ağzını hafifçe aralayarak bir süre bekledi. Ben ATV’den inerken, “Serhat Bey?” diye sordu.

Ona doğru birkaç adım attığım sırada, “Donarak öldüm mü acaba?” diye kendi kendine söylendi. Sonra bacaklarını üstünü başını kontrol etti.

Yanına gidip dizlerimden birini yere koyarak eğildim. “Mehtap, iyi misin?” diye sordum. Endişeli hâlimi kamufle etmem gerekiyordu ama bunu düşünecek hâlde değildim.

Mehtap cevap vermeyince genel bir ilk kontrol yaptım. Şokta değildi ve bilinci tamamen açıktı. Sadece üşümüştü, karşısında beni gördüğü için fazlasıyla şaşkındı.

Üstümdeki montu çıkartarak ona giydirdim. İtiraz etmeden bedenimin ısısıyla sıcak olan montuma sarıldı. İçinde adeta kaybolmuştu, Mehtap hâlâ fazlasıyla zayıftı.

Kaşlarımı çatarak, “En son gördüğümden beri daha da mı zayıflamışsın sen?” diye sordum.

Sorumu hiç beklemiyor olacak ki gözlerimin içine şu durumda ne konuşuyor bu? der gibi baktı. Ona hak vererek olduğum yerde ayaklandım.

Dirseklerinden tutarak onu da kaldırmaya çalıştığımda sanki bacaklarında güç çekilmiş gibi yere eğildi.

Ani bir hareketle Mehtap’ı kucağıma aldığımda hem o hem de ben şaşkındım. O bu hareketi benden beklemiyordu. Ben ise ne kadar süre burada aynı pozisyonda oturmak zorunda kaldığını hesapladığım için şaşırmıştım.

Etrafta yürüyerek ormandan çıkmaya çalışmak yerine arkadaşlarının onu bulmaya geleceklerinden son derece emin şekilde beklemişti.

Ve haklıydı da bu havada onu arayan bir sürü adam vardı ama hiçbiri bizim gibi askeri eğitimlerden geçmediği için profesyonel değillerdi.

Biz Eğirdir’de yıllarca dağda arama kurtarma dâhil birçok askeri eğitim almıştık. Bu yüzden daha deneyimliydik.

Önce onu ATV’ye oturttum ve sonra da hemen önüne bindim. “Biraz daha bekleseydin, muhtemelen hipotermi geçirecektin. Yakında olduğumuz için şanslısın.” dedim.

Kafasını sırtıma yaslayarak, “Şanslı mı? Ben mi?” dedi. Sesi fazlasıyla dalga geçiyormuş gibiydi.

Sonra aklına bir şey gelmiş gibi, “Montunuzu bana verdiniz, üşümeyecek misiniz?” diye sordu. ATV’nin hızını arttırarak eve sürmeye devam ettim.

Sorusunu görmezden gelerek, “Soğuğa uzun zaman maruz kaldın, şimdi de bir anda ısınmaya başladın. Bayılabilirsin, o yüzden sıkıca bana tutun.” dedim.

Ağacın altında kalarak normalden çok daha az ıslanmıştı ve hareketsiz kaldığı için terlememişti. Bunları bilerek mi yapmıştı emin değildim ama hipotermi geçirmemek için fazlasıyla etkiliydi. Gerçekten şanslıydı, sadece farkında değildi. Yoksa şimdiye çok daha kötü durumda olabilirdi.

Eve geldiğimde adamlarım hızlıca bana yardımcı oldu. Mehtap, tahmin ettiğim gibi kendinden geçmişti. Onu nazikçe ve sarsmadan kucağıma aldım ve doğruca odama çıkarttım. Bedeni deli gibi titriyordu. Nabzını kontrol ettiğimde hâlâ yavaş olduğunu fark ettim.

Nefes alma aralığına ve cilt rengine de yeniden baktım. Olması gerekenden daha yavaştı ve cildi hâlâ soğuktu.

Banyoya giderek makası aldım. Onu hiç hareket ettirmeden ıslanmış kıyafetlerini dikkatli şekilde keserek üstünden çıkarttım.

İç çamaşırları ile kalınca, bir anda durumun farkına vararak yutkundum. Şu ana kadar görev bilinciyle hareket eden beynim, resmen şimşek çakmasıyla aydınlandı. Şu an müdahale ettiğim kişi, Mehtap’tı ve önümde iç çamaşırlarıyla öylece yatıyordu. Sakin kalmaya çalışarak, nefeslerimi düzenli hâle getirdim.

Odaklan İlyas! O Mehtap değil ve yardıma ihtiyacı var. Hemen çıkar onları ve sıcak kuru bir ortam yarat. Elim sütyenini kesmek için uzandığında dudaklarımdan istemsizce, “Siktir!” diye mırıldandım.

Baygın yatan bir kadından deli gibi etkileniyordum ama yapmam gerekenler de bunlardı. Ne bok yiyeceğimi kısa süre düşündüm. Evde kadın bir hizmetli de yoktu. Yoldan birini de çeviremezdim ya? Kafamı Mehtap’ın bedeninden başka yöne çevirerek sütyenini kestim ve üstünden çıkarttım. Tabii ki aksilik olmayacak mı sandın, İlyas? Tam çekmiş çıkartırken elimin tersi hiç dokunmaması gereken bir yere dokundu. Bin kez siktir! Şansıma sokayım!

Yumuşak tomurcukları soğuktan olsa gerek dikleşmişti. Bakmamak için verdiğim mücadeleyi kaybetmemek adına gözlerimi sımsıkı kapattım. Hemen hızlıca iç çamaşırının altını da keserek çıkarttım ve üstüne önce kuru bir battaniye sonra da gözlerimi açarak yorganı örttüm.

Yıllarca o kadar operasyona gittim, Umman’ın Kralı'yım. Sorsan Orta Doğu’nun İsviçre'si olan kocaman bir ülkeyi yönetiyorum! Dibime tüküreyim hiç bu kadar gerilmemiştim.

Bu âşk nasıl bir şeydi? Mehtap’ın yüzüne öylece bakakaldım. Sonra yüzüne gelmiş saçlarını usulca çektim. Yanından ayrılarak birkaç sıcak havlu yaptım. Ardından Mehtap’ın yanına dönerek bunları uygun şekilde yerleştirmeye başladım. Önce başının üstüne sonra boynuna güzelce sıcak havluyu sardım. Sonra iç çekerek yorganının altındaki bedenine baktım. Bu gece çok zor geçecekti, belli olmuştu. Yeniden gözlerimi kapatarak önce yorganı sonra battaniyeyi açtım.

Göğsüne ve kasıklarına da sıcak havludan örttüm. Hemen ardından yeniden üstünü battaniye ve yorganla kapattım. Bu şekilde yavaş yavaş vücut ısısı kendine gelecektir.

Mehtap’ın ısınmaya başladığını anladığımda rahatlayarak derin bir nefes verdim. Sonra da hiç düşünmediğim bir şey aklıma geldi. Uyandığında ne diyecektim? Beni onu takip eden bir sapık olarak görmezdi, değil mi? Olduğum yerde ayağa kalkarak bir Mehtap’ın yüzüne bir de dışarıdan yansıyan ışığa baktım. Muhtemelen hâlâ onu arayanlar vardı.

Aşağıya indiğimde, Meto’yu beni bekliyorken buldum.

Beni, “Mehtap yengem, nasıl? İyi mi, uyandı mı?” diye soru yağmuruna tuttu.

“Hâlâ uyuyor, ama durumu iyi.” dedim. Salona baktığımda Jad ve Saeed’i görememiştim. Yeniden Meto’ya döndüğümde, “Veliaht prens Jad hazretleri ve ekselansları Selim Bey gittiler.” dedi.

Gözlerimi devirerek Meto’ya baktım. “Selim Bey en son sarhoş olup sızdı, Jad Bey arama bitip dönünce onu da aldı.” dedi. Kafamı sallayarak onu onayladım.

“Bu dışarıda Mehtap’ı arayanları ne yapacağız?” diye sordum. Meto kafasını kaşıyarak bir süre düşündü. Sonra koltuğun üstündeki Mehtap’ın çantasına baktı. “Ormanda muhtemelen telefonu çekmiyordu ama burada çeker. Mesaj göndersek?” diye sordu.

Kaşlarımı çatarak, “Kime mesaj göndereceğiz?” dedim. Meto bilmiyorum der gibi omuzlarını indirip kaldırdı.

Telefonu çantadan alarak yanıma geldi. “Altuğ diye birinden bayağı arama var. Ona mesaj atalım?” diye sordu.

“Mesaj atıp ne diyeceğiz?” dediğim sırada telefon yeniden titremeye başladı.

Meto bana bakarak, “Tamam bunu ben hâlledeceğim, sen Mehtap yengemle ilgilen.” dedi.

Meto’nun bu olayı nasıl hâlledeceğini bilmeyerek mutfaktan ılık bir su doldurup odama çıktım. Mehtap’ın alnına dokunarak vücut ısısını yeniden kontrol ettim. Her şey yolunda gözüküyordu. Hatta ben aşağıdayken rüyasında kâbus görmeye başladığını yüz ifadesinden anlayabilmiştim. Çok sık kabus görüyor olmalı ki alnının ortası daha bu yaşta kırışmaya başlamıştı.

Yanağına bakarak hafifçe gülümsedim. Hâlbuki o kaş çatmak yerine bol bol gamzelerini göstererek gülmeliydi.

Bugün burada denk gelmemiz, tamamen kaderdi. Buna artık emindim. Usulca çift kişilik yatağın diğer tarafına uzandım ve yastığımı dikleştirdim.

Mehtap’ın yüzünün her bir santimini aklımda tutmaya çalışarak onu uzaktan incelemeye başladım.

Keşke her zaman böyle yanımda yatsa, yakınımda olsaydı. Elimi uzatsam o güzel yüzünü okşayabilir, onu doyasıya sevebilirdim. O güzel gerdanından kokusunu içime çekebilirdim ama yapmadım. Yapamadım.

Mehtap’ın izni olmadan ona asla dokunmayacaktım, yaşadıklarını bile bile ona bu tutumla yaklaşamazdım.

Birkaç saat daha onu izleyip arada sıcak havlularını yeniledim. İyi olduğuna kanaat getirince onun için bir pijama takımı ayarladım. Ardından da pijama takımlarını, komodinin üstündeki ılık suyun yanına yerleştirdim.

Saçlarını nazikçe okşayarak çantasını da yakınına bırakarak odadan çıktım. Yanında olduğum süre boyunca kâbus görmemiş rahat şekilde uyumuştu. Umarım bundan sonra da sabaha kadar uyumaya devam ederdi.

Aşağıya indiğimde Meto’yu yanında bir kadınla buldum. “Doktor Hanım'ı buldum. Gerekli şekilde de konuştum, abi.” dedi. Kafamı sallayarak onu onayladım.

Doktor Hanım'a, “Şimdi yukarıda uyuyor, siz Mehtap uyandığında bir şeyler uydurursunuz.” dedim.

“Tabii ki Serhat Bey, merak etmeyin. Hipotermi öncesinde bilinç bulanıklığı normaldir zaten, belki sizi hatırlamayabilir bile.” dedi.

Ona gözlerimi kısarak baktım. “Mehtap’a iyi bakın, hasta olmasını istemiyorum. Serum falan ne gerekiyorsa yapın.” dedim. Zaten zayıftı.

“Bağışıklığını güçlendirecek bir şeyler yap işte. Gün geçtikçe daha da zayıflıyor.” diye söylendim.

Doktor Hanım merdivenlere bir bakış atıp, “İzniniz olursa hastamı kontrol etmek istiyorum.” dedi.

Meto doktora yolu gösterirken ben salondaki koltuklara ilerledim ve düşünceli şekilde oturdum. İlk muayeneden sonra evden gidecektim. O zamana kadar beklemeye başladım.

Aklım Mehtap’ta kalacaktı ama böylesi bizim için daha iyiydi. Umarım, Mehtap doktora inanırdı.


Sonraki Bölüm [25 Eylül 2025 - Perşembe] 11.00'da yayınlanacak... Hafta içi her gün yayınlanan bölümleri beklemeden abonelikle okumak isteyenler, aşağıdaki resme tıklayabilir...

👇 👇 👇 👇 👇

Yorumlar


İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
Etkinliğe 36 gün kaldı
13 Ara Cmt
Büyükçekmece
Muhtemel Yaklaşan İmza Günü - Ulysses Yayınları Fuar'da olacak ancak Yazar Ruyam'ın katılımı bir hafta önceden belirlenip duyurulacaktır. Fuarlarda katılacak kişi sayısının etkisi fazladır. Katılmayı düşünenler ya da katılacağına emin olanlar kayıt oluşturmayı unutmasınlar... Tarih ve saat belirsiz.
bottom of page