top of page

[GÜNCEL] 01. BÖLÜM - HATUN & MALKOÇ

ree

Malkoç ~

Arabanın içinde Aşti ile oturuyorduk. Bakışlarımız Ziya Tarhan’ın kızının çalıştığı avukatlık bürosundaydı. Tuncay baba içeriden bilgi almıştı ve yakın zamanda Ziya’nın kızının nişanlanacağını öğrenmiştik.

Aşti’ye, ‘’Değiş tokuş nişan sırasında yapılacakmış, değil mi?’’ diye sordum. Beni başıyla onaylarken, ‘’Öyleymiş, Malkoç abi,’’ dedi. Elindeki iki fotoğrafı bana gösterdi.

‘’Mezuniyet fotoğrafı mı?’’ diye sorunca, ‘’Evet abi, annesi ve babası o daha küçükken boşanmış. Annesi ve üvey babasıyla birlikte Los Angeles’da büyümüş, babasının tek kızı, başka çocuğu yok,’’ diye açıkladı. Fotoğrafta Ziya Tarhan ve cübbesiyle kameraya poz veren kızı vardı.

Merakla, ‘’Türkiye’ye okumak için mi dönmüş?’’ dediğimde, ‘’Evet Malkoç abi, avukatlık okumuş. Haftaya nişanlanacağı adamla üniversitede tanışmışlar, aynı bölümde okumuşlar,’’ dedikten sonra eliyle önümüzdeki binayı gösterdi. ‘’Şimdi de birlikte çalışıyorlar.’’

‘’Nişandan önce Mabel içeriye sızacak ve Ziya Tarhan’a bilgiyi kimin satacağını anlamaya çalışacak. Tam nişan kutlaması sırasında değiş tokuş yapamazlar, Ziya o kadar parayı adama nasıl verecek? Öncesinde ya da sonrasında yapacaklardır,’’ diye fikir yürüttüm.

Aşti, ‘’Abi istersen Tuğçe'yi garson ya da mutfak görevlisi olarak içeriye sokalım. Zaten geçmişi de var, bizim restoranda çalışıyor, günü birlik olarak alırlar. Mabel’in sicili malum, bence işi riske atmayalım,’’ dedi. Tuğçe, Aşti’nin ikiz kardeşiydi. İkisi de mahallede elimde büyümüşlerdi.

Kafamı Aşti’ye çevirmiştim ki, kitlenerek bir yere baktığını fark ettim. Başımı çevirdiğimde hışımla bize doğru gelen kadını gördüm. Hukuk bürosunu gözetlediğimizi mi anlamıştı? Gözlerim kadının yüzünde dolaşırken Aşti, ‘’Abi! Ziya’nın kızı!’’ dedi. Bakışlarım güneşte parlayan mavi saçlarında gezindi. Bu nasıl bir saç rengiydi? Sanki maviydi ama bir yandan da siyah gibiydi. Anlayamadım.

Arkasından bir kadın fırlayınca Aşti merakla arabanın camını indirdi. Kadın, ‘’Hatun Hanım!’’ diye bağırdı. Ha!? Hatun mu? Bakışlarım yeniden gözlerinden kıvılcımlar çıkaran kadını buldu.

Kadın, ‘’Çok özür dilerim, yanlış anlamışım,’’ diye seslendi. Görünüşünden anladığım kadarıyla son derece varlıklı biriydi, orta yaşlardaydı. Yeniden, ‘’Hatun Hanım!’’ diye bağırdı. Ancak Ziya’nın kızı çoktan karşıdan karşıya geçmişti ve bize doğru geliyordu. Dudaklarının kıpırdadığını fark edince içten içe ne söylediğini merak ettim.

Çantasından arabasının anahtarını çıkarıp tuşuna bastı, Aşti’nin hemen yanındaki arabadan tiz bir ses duyuldu. Biz merakla arabaya bakarken, ‘’Kes be! Tamam anladık uzatma!’’ diye bağırdı. Aşti ile göz göze geldik. Hatta onun gözleri hafifçe büyüdü. Bizim çevremizde böyle ağzı bozuk kimse yoktu, o nedenle şaşırmıştık.

İğreniyormuş gibi, ‘’Yapış yapış sarıldı ya! Kokmuş! Pis pis pis!’’ dedi.

‘’Kollarına soktuğumun amip embesili! Üzerime abanmadan önce insan bir sorar. Resmen ulu orta mıncırdı her tarafımı! Beyinsiz zengin varoş!’’ Bu sefer benim de gözüm şaşkınlıktan açıldı. Aşti ise şoka girmiş, ağzı açık kıpırdamadan duruyordu.

Ziya’nın kızı yanımızdaki arabanın kapısını açtı ve sinirle arkasını dönüp kadına tip tip baktı. Son noktayı koyarak, ‘’Zavallı!’’ dedikten sonra ağız dolusu küfür etti. Elimle uzanarak Aşti’nin kulaklarını kapattım. Bu kadının gerçekten limiti yoktu. Kafayı mı yemişti? Ne onu bu kadar sinirlendirmişti ki?

Arabasına binip gittiğinde ellerimi Aşti’nin kulaklarından çektim ve istemsiz olarak, ‘’Ruh hastası, psikopat, katil ruhlu manyak!’’ dedim. Tam zamanında Aşti’nin kulaklarını kapatmıştım. Çünkü bu deli kadın, harbi harbi kadını nasıl kesip biçeceğinden bahsetmişti. Söyledikleri karşısında içim ürperdi. Bu nasıl bir hayal gücüydü? Yoksa harbiden katil miydi?

Aşti, ‘’Babası ne ki, kızı ne olsun abi?’’ diyerek yanımızdan uzaklaşan arabaya baktı. Haklıydı. Ziya Tarhan, pislik bir adamdı ve eğer pis işlerinin kanıtı olan gizli bilgileri ondan alabilirsek, onu yenecektik.

Bu sayede sokaklardaki uyuşturucudan da kurtulmuş olacaktık, çünkü tüm sevkiyat ağı bu adamın üzerinden işliyordu. O olmasa, bu lanet maddeler sokaklara inemezdi. Mahallemizin gençlerinden Berke’yi bu illet yüzünden kaybetmiştik ve Tuncay babanın yardımıyla böyle bir plan yapmıştık. Şimdi tek hedefimiz bu adamın iplerini elimize almak ve yaptığı iğrençlikleri herkese afişe etmekti. Zaten kamuoyu tarafından duyulduğunda, devlet kim olduğuna bakmadan fişini çekecektir.

Aşti ile birlikte mahalleye döndük. Beraber yokuştan aşağıya her zaman takıldığımız kafeye inerken, Aşti bir yandan da elindeki dosyayı incelemeye başladı.

O sırada mahallenin marketini işleten Yaşar amca, ‘’Nasılsınız çocuklar?’’ diye sordu. ‘’İyiyiz, çok şükür. Sen nasılsın Yaşar amca?’’ dedim. Eliyle marketi gösterdi. ‘’Bugün mal gelecekti, toptancıları bekliyorum.’’ Kafamı hafifçe sallayıp, ‘’Kolay gelsin, hayırlı işler,’’ dedim. Karşılık olarak, ‘’Sağ ol, evladım,’’ dedi.

Başımı Aşti’ye çevirdim. ‘’Ne oldu? Neyi o kadar dikkatli inceliyorsun?’’ diye sordum.

‘’Dosyada kızının adı Liz yazıyor. Bugün kadın arkasından Hatun diye seslendi ya, bana biraz garip geldi.’’ Omuz silkeledim.

‘’Bu kız yurt dışında büyümüş, göbek adı gibi bir şey mi acaba? Sadece Türkiye’de Hatun ismini kullanıyor olabilir,‘’ diye kendi kendine konuştu.

‘’Hatun diye isim mi olur ya?’’ diye mırıldandım.

Aşti, ‘’Niye abi, aşağı sokakta bizim Hatun nine var?’’ diye sordu. Gözlerimi Aşti’ye dikerek, ‘’İşte ben de onu diyorum, babaanne olur anneanne olur, nine olur da... Gencecik kıza Hatun diye isim mi konulur?’’ dedim.

Kafamı kararlı bir şekilde iki yana salladım. ‘’Ben kocası olsam rahatsız olurdum, karıma herkes hatun diyecek. Olur mu öyle şey?’’ diye söylendim. Allah korusun, zaten böyle karım da olmasın. Resmen kadından korkmuştum! Ağzı çok bozuktu, ben erkektim ama hayatımda böyle küfürler duymamıştım.

Aşti az önce yaşadıklarımızı unutmuş gibi, ‘’Niye olmasın? Abi bence sen fazla kıskançsın,’’ dedi. Benim nerem kıskançtı? Anormal olan Aşti’nin düşüncesiydi.

‘’Neyse ki karımın adının Hatun olma ihtimali çok düşük,’’ diyerek güldüm ve kolumu Aşti’nin omzuna sardım. Ona takılmak için kolumu sıkılaştırıp, ‘’Değil mi?’’ diye sordum.

Aşti yokuştan inmeye devam ederken başını ileri geri salladı. Ardından da, ‘’Öyle diyorsan, öyledir Malkoç abi,’’ dedi. Ben de onu onaylamak için başımı hafifçe öne doğru kavislendirdim.

‘’Kısmet…’’

Tam yokuş bitmişti ki, bir araba hızla önümüze kırdı ve sertçe fren yaparak durdu. Tabii arkasında da ufak toz bulutları bıraktı.

Arabanın camından mahallenin serseri delikanlılarından Tanju kafasını çıkardı. Daha o bize laf atamadan Afife teyze, ‘’Tanju! Oğlum çamaşırları yeni astım, senin bana zorun mu var?’’ diye evinin balkonundan bağırdı.

Tanju ona dönüp, ‘’Afife teyzem afedersin, daha dikkatli olurum, bizimkilere şaka yapayım dedim,’’ diyerek göz kırptı. Aşti, ‘’Ulan serseri! Hadi ben seninle yaşıtım, Malkoç abi varken yanımda ne demeye halt yiyorsun!’’ diye kızdı. Bakışlarımı çocuklarda gezdirdim.

‘’Tanju akşam ablan Çiğdem’i de al, kafeye gel. Sizinle bir şeyler konuşacağım,’’ dedim. Tanju merakla bana dönüp, ‘’Emrin olur, Malkoç abi,’’ dedi. Başımla onu onaylayıp yoluma devam ettim. Aşti de peşime takılarak, ‘’Çiğdem abla kuaföre yeni çırak almış, geçen Tanju ile kavga ediyordu. Serseri ya, kıza yürüyormuş,’’ dedi. Adımlarım duraksadı.

Hışımla Aşti’ye döndüğümde, ‘’Bize gerek kalmadı abi, Çiğdem abla kafasını temizlik küreğiyle kırmış, cadde boyu da Tanju’yu kovalamış. Değil kuaföre girmek, kuaförün yakınından geçmesi dahi yasak,’’ dedi.

‘’Ben onu geçen sene uyarmamış mıydım? Bu akşam yine bir kulağını çekelim,’’ dediğimde, ‘’Tesettürlü kadınlar dingonun ahırına giriyormuş gibi kuaföre girmesinden rahatsızdı, onu artık yapmıyor, sen konuştuktan sonra…’’ diye açıkladı.

Eliyle arkamızı işaret edip, ‘’Ama serseri işte, dengesizliği bitmiyor ki?’’ diye söylendi. Hafifçe gülerek, ‘’Bir gün Tuğçe’nin tersine gelecek, feministlik damarları kabaracak, sonra yer misin yemez misin mahalle ortasında dövecek Tanju’yu diye ödüm kopuyor,’’ dedi. Tuğçe çıtı pıtı bir kadın gibi gözükse de, kırk kaplan gücündeydi ve yapılan haksızlıklara asla tahammül edemiyordu.

Aslında… bugün gördüğümüz mavimsi siyah saçlı kadına benziyordu. ‘’Ziya’nın başka kızı yok, değil mi?’’ diye sordum. ‘’Hayır abi, bir tane kızı var, bak aile soyağacı burada,’’ diye eliyle dosyanın içindeki bir belgeyi gösterdi.

‘’Neden sordun?’’ dediğinde, ‘’Bilmiyorum, mezuniyet fotoğrafındaki haline benziyor, ama gözüme biraz farklı geldi. Sanki hiç büyümemiş gibi, genç kalmış.’’ dedim.

Kafeye girince bakışlarım içeride gezindi. Dilara kasanın arkasından, ‘’Yeni kitaplar geldi, Malkoç abi. Esra onları yerleştiriyor,’’ dedi. Burası bizim restoranın tam karşısındaydı. Bir tarafında rahatça kitap okuyup kahve içebileceğiniz, bir tarafında ve özellikle bahçesinde doğrudan kafe olarak yiyecek içeceğin satıldığı bir alandı.

Restoran bana aitti, burayı da ben işletiyordum ama asıl sahibi bizim emekli gemi kaptanı Tuncay babaydı. Esra’nın yanına doğru ilerledim. Gözlerim kitapların üzerinde gezindi.

‘’Malkoç abi, bunlar yetişkin okurlar diye işaretlenmiş, şeffaf poşette yerleştiriyorum.’’ Elime içlerinden birini aldım. ‘’Cinayet romanı mı?’’ diyerek yüzümü buruşturdum. Oldum olası sevmezdim, ben daha çok duygusal romanları okurdum. İçimde bir şeyleri harekete geçirmeli ve bana farklı duygular hissettirmeliydi. Hatta gözümün önünde, zihnimde, okuduğum kitabı canlandırabilmeliydim.

Yazarın ismi dikkatimi çekince kaşlarımı çattım.

Hatun V…

‘’Bunlar çeviri kitapları değil mi? Türk mü yazmış?’’ diye sordum. Esra, ‘’Hayır abi, bunların hepsi çeviri. Türk yazarları bak şuradaki rafa yerleştiriyorum, destek olmak amacıyla daha göz önünde tutuyorum,’’ diyerek eliyle kafenin ön tarafındaki kitaplığı gösterdi.

İsmi yeniden okuduğumda tüylerim diken diken oldu, kendimi nedensizce garip hissettim. Elimle kitabı gösterip, ‘’Ben şunu bir okuyayım, merak ettim,’’ dedim ve kafe kısmına ilerledim.

‘’Çay, kahve, ne içersin abi?’’ diye soran Dilara’ya başımı çevirdim. ‘’Çay olsun, kardeşim.’’

Güzelce yerleştim ve kitabı araladım. Bu sırada Dilara çayımı getirdi. ‘’Teşekkür ederim, ellerine sağlık.’’

Dilara’nın gitmediğini fark ettiğimde yeniden ona döndüm. ‘’Dilara?’’ diye sordum. ‘’Malkoç abiciğim…’’ Hafifçe gülümsedim. Bu ses tonunu biliyordum. ‘’Efendim?’’ Dilara’nın bakışları Esra ile konuşan Aşti’yi buldu.

‘’Hafta içi biz tiyatroya gitmek istiyoruz da…’’ diyerek bana döndü. Kaşlarımı havaya kaldırıp, ‘’Siz kim?’’ diye sordum. Belli ki aralarında Tuğçe de vardı. Yoksa bana sormazdı.

‘’İşte… Ben, Tuğçe, Esra ve Ceyda. Zaten Çiğdem abla götürüp getirecek,’’ diye açıkladı. Olayı anlayarak kaşlarımı indirdim ve hafifçe gülümsedim. ‘’Anladığım üzere Tuğçe’nin restorandaki vardiyası size uymuyor?’’ dediğimde Dilara başını salladı.

‘’Tamam, ben Fikret’e söylerim. Tuğçe’nin vardiyasını değiştirir.’’ Dilara sevinçle olduğu yerde kıpırdandı. ‘’Yaşa be, Malkoç abi! Çok teşekkür ederim, iyi ki varsın.’’

Dilara yanımdan uzaklaşırken kitabı okumaya başladım. Arada da çayımı yudumluyordum. Sayfalar ilerledikçe, her vahşi cinayette istemsizce yüzümü buruşturmaya başladım. Aklımda ise tek bir düşünce vardı. Bu yazar, nasıl biriydi? Resmen insanları kelimeleriyle katlediyordu. Bir yandan da tam sevdiğim gibi, zihnimde her şeyi ayrıntılı şekilde canlandırmamı sağlıyordu. Merak ediyordum, bunları yazmak nereden aklına gelmişti?

Sonraki Bölüm İçin Aşağıdaki Resme Tıklayın ya da Sonraki Yazı Seçeneğine Basın 👇👇👇

Yorumlar


İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
Etkinliğe 36 gün kaldı
13 Ara Cmt
Büyükçekmece
Muhtemel Yaklaşan İmza Günü - Ulysses Yayınları Fuar'da olacak ancak Yazar Ruyam'ın katılımı bir hafta önceden belirlenip duyurulacaktır. Fuarlarda katılacak kişi sayısının etkisi fazladır. Katılmayı düşünenler ya da katılacağına emin olanlar kayıt oluşturmayı unutmasınlar... Tarih ve saat belirsiz.
bottom of page