top of page

[GÜNCEL] 02. BÖLÜM - HATUN & MALKOÇ

Güncelleme tarihi: 27 Eki

ree

Hatun ~

Ablam arkamdan, ‘’Gel bir sarılayım ya!’’ diye bağırsa da onu dinlemedim. ‘’Allah aşkına diyorum, ne olur sal beni!’’ derken bir yandan da bahçeyi dört dönüyordum.

Eniştem ikimizin bu durumuna yarılarak gülüyordu. ‘’Liz, bırak kızı, hadi gel kahven soğuyor.’’ Ablam nefes nefese durakladı. Bir bana bir de enişteme baktı. ‘’Bu kızın temas özürlüsü halleri beni benden alıyor, altı üstü sarılacaktım!’’ diye bağırdı. Sonra da eniştemin yanına ilerleyerek bahçe mobilyalarındaki yerini aldı.

Yüzümü buruşturup, ‘’Ben sevmiyorum! Sarılma bana ya, sırf şu kadın bana sarıldı diye kaç saat çitilendim haberin var mı? Hamama gittim kırklanmak için!’’ diye isyan ettim.

‘’Birine sarıldığında sevdiğin birinin yaralanacağı ya da öleceği falan yok, Hatun! Sadece kuruntu yapıyorsun.’’ dedi. “Hem sen en çok kendini seversin!” Onu umursamayarak Pars eniştemin karşısındaki koltuğa oturdum. ‘’Geçen ay ablamın lise arkadaşlarıyla görüştüm, ne zaman Los Angeles taraflarına geleceksiniz, merak etmişler,’’ dedim.

Ablam, ‘’Belki yıllık iznimizde olabilir, mezunlar partisine gitmeyi çok istiyorum,’’ dedi. Eniştem bana dönerek, ‘’Sen nişan kutlamasından sonra eve geri mi döneceksin? Liz, babanın Türkiye’de film çekmeye başlayacağını söylemişti,’’ dedi. Omuz silkeledim. ‘’Burada beni bağlayan bir şey yok, tüm arkadaşlarım yurt dışındalar. Los Angeles’da doğdum büyüdüm, buranın kültürüne ayak uyduramıyorum,’’ dedim.

Liz hevesle, ‘’Türkçe bir roman yazmanı istiyorum, hayallerimden biri!’’ diye şakıdı. Eliyle önünü işaret etti. ‘’Ben böyle sırada bekleyeceğim, sen de herkese imza vereceksin. Sonraki bölümünden insanlara ipuçları vereceğim ve onlara ablan olduğumu söyleyeceğim. Muhteşem olurdu!’’ dedi. Kurduğu hayallere karşılık yüzümü buruşturdum.

‘’Ben hiç imza günü yapmadım, farkında mısın?’’ diye hayretle sorunca, ‘’Ne yazık ki,’’ diye cevap verdi. Eniştem merakla, ‘’Neden yapmadın, Hatun?’’ diye sordu. Ona benim yerime ablam cevap vererek, ‘’Çünkü yazarlar genelde imza verdikten sonra okurları ile sarılırlar. Ama biliyorsun o,’’ eliyle beni işaret etti. ‘’Bu tarz davranışlardan noksan!’’ dedi.

Yerimden kalkıp, ‘’Ben alışverişe gidiyorum, başım şişti.’’ dedim. Ablam gözlerini kısarak, ‘’Kaç tabii kaç! Doğru söyleyeni…’’ cümlenin devamını dinlemedim ve arabama doğru ilerledim. O sırada dış kapıdan başka bir araba girdi. Ablam Liz’in babası Ziya amca… Ondan kesinlikle hoşlanmıyordum. Adam resmen tüylerimi diken diken ediyordu.

Şöförü kapısını açınca arabasından indi. Bana şöyle bir baktıktan sonra yanımdan geçip eve doğru adım atmaya başladı. Gerek duymadıkça benimle iletişim kurmazdı, gerçekten tuhaf bir adamdı. Arkasından birkaç saniye öylece baktım. Ardından izleniyormuş gibi bir his içime doğunca etrafımı kolaçan ettim. Sanki tüm tüylerim diken diken olmuştu. Bu sefer gerçekten de kuruntu yaptığımı fark ederek başımı sağa sola salladım, sonra da arabama bindim.

Normalde Liz’in nişan kutlaması otelde yapılacaktı, ben de orası için rezervasyon yaptırmıştım. Nişana bir ay kala babası birden, ‘’Hayır! Nişan benim evimin bahçesinde yapılacak!’’ dedi. Liz önce istemedi, sonra babasının ısrarlarına dayanamadı ve evin bahçesinde yapılmasını kabul etti. Ben de mecburen Liz’in ısrarları sonucunda bu eve gelmek zorunda kaldım.

Bir anda duyduğum telefonun sesiyle irkildim. Babamın aradığını görünce arabanın sisteminden çağrısını cevaplandırdım.

‘’Güzelim, müsait misin?’’ Babamın sesini duyunca gülümsedim. ‘’Evet, bir şey mi oldu?’’ diye sordum. ‘’Birkaç mekân bakacağız, gelsene. Hem fikrini söylersin, hem de yoğunluğumdan dolayı görüşemiyoruz. Seni özledim, güzel kızım,’’ dedi. Hafifçe kıkırdayıp, ‘’Şu an neredesin?’’ diye sordum. ‘’Aa! Bir mahalleye baktık, sonra burada herkesin övdüğü meşhur bir restoran vardı. Orada yemeğe oturduk, yemek yiyoruz. Buradan yeni mekâna geçeceğiz,’’ dedi.

‘’Uzaktaysanız ben şimdiden yeni yere geçeyim,’’ dediğimde, ‘’Sen şu an neredesin?’’ diye sordu. ‘’Şu an arabadayım. Liz’in evinin otoparkındayım.’’ dedim.

Babamın, ‘’Ah! Buraya yakınsın, sana konum göndereceğim. Doğrudan buraya gel. Senin için tatlı siparişi vereceğim.’’ demesi üzerine onu mırıltılarımla onayladım. ‘’Bekliyorum Sezgin Vardır, gönder gelsin!’’ dedim. Hemen ardından babam çağrıyı sonlandırdı ve bana konum gönderdi.

Yukarıçukur Mahallesi…

Bu da neydi böyle? Yoksa şu çok konuşulan dizinin çekildiği yer falan mıydı? Garip… hem de çok!

Arabayı çalıştırıp doğruca babamın gönderdiği konuma geldim. Vezirhan Restoran… Baya da şaşalı bir isme sahipti.

İçeriye girdiğimde babam dahil birkaç kişi ayağa kalktı. Filmin yönetmeni Asım amca, ‘’Hoş geldin Hatun kızım.’’ dedi. ‘’Hoş buldum, Asım amca. Nasılsın?’ ’diyerek gülümsedim. Tam ortalarındaki sandalyeye oturdum. ‘’İyiyiz seni sormalı? Baban, tekliflerimi sürekli reddettiğini söylüyor. Benim yönetmenliğimi beğenmiyor musun yoksa?’’ dediğinde mahcup bir şekilde Asım amcaya baktım.

‘’Biliyorsun, benim yazdıklarım hiç buraya göre değil. Zaten diğer teklifleri de reddediyorum. Yazdığım gibi sansürsüz bir şekilde kitaplarım nasıl filme ya da diziye uyarlanacak? İmkansız, sen de biliyorsun.’’ dedim. Asım amca hevesle, ‘’Ee sen bana şöyle bizim buralardan bir şeyler yazsan, senaryo ekibimizle de kitabını filme uyarlasak… Kötü mü olurdu, Hatun Hanım?’’ dedi. Cümlesinin sonlarına doğru imalı bir ifade takınmıştı.

‘’Asım amca, normal sıradan şeyler yazamayacağımı biliyorum. Yani… sen benim kitapları çok edebiyattan saymıyorsun biliyorum. Ama günlük şeyler yazmak da… benlik değil işte.’’ dedim. Babacan bir tavırla rica ederek, ‘’En azından benim için bir denesen? Sen de o ışığı görüyorum. Anlatım dilin, kitapta kullandığın o akıcı, zihinde canlandırmayı kolay kılan kalemin, Türkçe bir kitapta çok daha iyi olacağını söylüyor.’’ dedi. Övgüsü hoşuma giderken bir anda şaşırdım. ‘’Aa! Bir de Türkçe mi yazmamı istiyorsun?’’ dedikten sonra başımı olumsuz anlamda salladım. ‘’Hiç yazmadım, yapamam.’’ dedim.

Elini hafifçe omzuma yerleştirdi. ‘’Sadece denesen? Benim hatrıma?’’ derken gözlerimin en derinlerine baktı. Babam da onu destekleyip, ‘’Yapamazsan yapamazsın, ne kaybedersin ki?’’ dedi. Haklıydı, hiçbir şey kaybetmezdim. Kafamı hafifçe salladım. ‘’İyi peki, denerim.’’

Babam ve Asım amca birbirlerine anlamlı bir şekilde baktılar. Asım amca, ‘’Bu kız yurt dışında milleti öldürerek böyle büyük ödülleri kazandıysa, sen bir de Türkiye’de gör! Tüm karakterler okuyucuların içine işleyecek, Sezgin.’’ dedi.

Babam masadaki kabak tatlısını bana doğru uzatırken, ‘’Kabaklar tam sevdiğin gibi tatlı, üzerine de bolca tahin dökmelerini istedim. Bak! Üzerinde ceviz de var. Hadi ye, güzel kızım.’’ dedi. ‘’Teşekkür ederim.’’ dedikten sonra tatlıya tam anlamıyla gömüldüm. Hatta ikinci tabağı bile yedim. Bir yandan da masadaki muhabbeti dinlemeye çalıştım.

Babam, ‘’Restoranda çekim yapmamıza izin verseler çok iyi olurdu, bu mahalle son derece uygundu. Ama kısmet değilmiş.’’ dedi. Anladığım üzere mahalledeki çekimler için burayı tercih etmek istemişlerdi. Ancak filmin iki sahnesinde, babamın zengin rolü oynadığı karakter, şık bir restoranda yemek yiyordu. Ancak Vezirhan Restoranının sahibi burada çekim yapmalarına izin vermediği için bu mahalleyi elemişlerdi.

Asım amca, ‘’Kabul etsinler diye restoran adını sansürlemeyeceğim, reklamınız olur dedim ama… İşte, maalesef. kabul etmediler.’’ dedi. Bu bana aşırı saçma gelmişti, ne güzel işte, birkaç saatlik çekimin sonunda, hem para kazanacak, hem de bedava reklamları olmuş olacaktı. Açıkçası, restoran sahibinin neden çekimi kabul etmediğini merak etmiştim.

Konu, başka mekân alternatifleri olduğunda bakışlarım istemsiz olarak camdan dışarıya kaydı. Yanında genç iki kızla birlikte, gülerek bir şeyler konuşan adamda gözlerim gezindi. Uzun boylu, kirli sakallı, siyah bir gömlek ve pantolon giyen, dudaklarının kenarında gamzeleri olan biriydi. Dudaklarında bakışlarım uzun süre oyalanınca kendimi sapık gibi hissettim ve iç çekerek önüme döndüm. Bir erkeğin gülümsemesinden etkilenmek de neydi? Kafayı mı yemiştim?

Birkaç derin nefes aldım. Sonra gözlerim yeniden onların bulundukları yere kaydı. Bakışlarım dükkanda gezindi. Kafeye benziyordu ama daha sıcak bir havası vardı. Adama yeniden baktım. Eliyle bir yeri işaret edip, sanki karşısındaki kızdan bir şeyler istedi. Hödük! Gencecik kıza emir mi vermişti? Kalkıp neden kendi gidip istediği şeyi almıyordu ki? İçime yerleşen tüm iyi duygular, bir duman olup gökyüzüne uçtu ve kaybolup gitti. Önüme döndüm.

Babamların konuşmasına odaklandıktan tahmini yarım saat sonra da restorandan kalktık. Arabamı biraz uzağa park ettiğim için onlardan önce çıktım. Bakışlarım bir kez daha kafeye kaydığında adımlarım duraksadı. Kafenin yan tarafında açık şekilde dizayn edilmiş oturma alanları vardı ve birinin üzerinde benim son yazdığım kitap duruyordu. Yanında da boş bir çay bardağı… Şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Bu kitabımın Türkçe’ye çevirildiğinden dahi haberim yoktu. Gerçi çok fazla dile çevriliyordu, o nedenle şaşırmamam gerekirdi. Ama… Kitabı görünce garip hissetmiştim. Yani… Burada görmeyi hiç beklemiyordum. Kafenin içine doğru baktığımda yine o iki kızı gördüm, çalışıyorlardı. Acaba onlardan biri mi kitabımı okuyordu?

Omuz silkeleyerek arabamı park ettiğim yere ilerledim. Biri omzuma sertçe vurduğunda tökezleyip arabamın kaputuna ellerimi yasladım. Yanımdan bana vurduktan sonra roket hızında geçip giden adama bakakaldım.

Onu kovalayan kadın, ‘’Sen illa akşam eve geleceksin. Hele bir gel! Seni kendi ellerimle geberteceğim, Tanju!’’ diye bağırdı. Sonra beni fark ederek, ‘’Çok özür dilerim, iyi misiniz?’’ diye sordu. Eliyle giden adamı işaret edip, ‘’Kardeşim adına özür dilerim. Kendisi henüz gelişmemiş bir manda yavrusu!’’ dedi.

Kaşlarımı istemsizce çattım. ‘’Bu durumda sen de…’’ Garip garip bana baktı, ben de ona baktım. Ciddiyetle, ‘’Manda’nın yavrusu mu oluyorsun?’’ diye sordum. Birkaç saniye kadınla birbirimize baktık. Sonra kadının dudakları hafifçe kıvrıldı, ardından da gülmeye başladı.

‘’Ay! Hiç güleceğim yoktu!’’ diyerek kahkaha attı. Anlamaz ifadelerle bir arabama, bir kadına, bir de arkasındaki kuaför tabelasına baktım. Gülme seslerinin arasında, ‘’Orayı ben işletiyorum, bu mahallenin en iyi kuaförüyüm. İhtiyacın olursa bana gel.’’ dedi. Başımı iki yana sallayıp, ‘’Teşekkür ederim, gerek yok.’’ dedim ve arabama bindim.

Telefonumu çıkarıp arama motoruna, ‘’What does Manda mean in Turkish?’’ yazdım. Gördüğüm kelimeyle avucumu sertçe alnıma yasladım. Buffalo…

Kadına resmen hakaret etmiştim. Neyse ki anlayışlı birine benziyordu. Off! Bunu nasıl bilmediğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Hayvanmış işte! Bildiğin buffalo! Daha bunu dahi bilmiyorken, nasıl Türkçe roman yazacaktım ki? İmkansızdı!

Arabayı çalıştırırken son kez kuaför tabelasına baktım. Çiğdem Kuaför… Ardından babamın attığı diğer konum için yola koyuldum.

Sonraki Bölüm İçin Aşağıdaki Resme Tıklayın ya da Sonraki Yazı Seçeneğine Basın 👇👇👇

Yorumlar


İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
Etkinliğe 36 gün kaldı
13 Ara Cmt
Büyükçekmece
Muhtemel Yaklaşan İmza Günü - Ulysses Yayınları Fuar'da olacak ancak Yazar Ruyam'ın katılımı bir hafta önceden belirlenip duyurulacaktır. Fuarlarda katılacak kişi sayısının etkisi fazladır. Katılmayı düşünenler ya da katılacağına emin olanlar kayıt oluşturmayı unutmasınlar... Tarih ve saat belirsiz.
bottom of page