[GÜNCEL] 03. BÖLÜM - HATUN & MALKOÇ
- Yazar Ruyam ✍️

- 15 Eki
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Kas

Malkoç ~
Elimdeki dekorasyonları yerleştirirken gözlerim malikanenin bahçesinde gezindi. Normalde ben gelmeyecektim ancak Tuğçe’yi sızdırdığımız mutfak ekibinin şefi, hazırlıklar için yardımcı olacak birilerini tanıyıp tanımadığını sormuştu. Ben de birebir ortamı gözlemlemek için işe girmiştim.
Bardak dolu tepsiyi bana uzatan kadınla duraksadım. ‘’Bunlarında yerleştirilmesi gerekiyor. Sonra senin buradaki işin bitiyor.’’ dedi. Eliyle malikanenin kapısını gösterip, ‘’Koridorun sonundaki mutfağa gidip bir şeyler atıştırmayı unutma. Sana ödemeni ortadaki şef yapacak.’’ dedi. Kadının uzattığı tepsiyi elime aldım. Ardından başımla onu onayladım.
Tepsiyle birlikte arkamı dönüp masaların olduğu yere ilerledim. O sırada nikah masasının önünde durmuş, oradaki görevlilere yapmaları gerekenleri anlatan kadını gördüm. Adımlarım yavaşladı ve istemsizce olduğum yerde durdum.
Hemen arkamdaki kameramanın omzuma dokunmasıyla irkildim. Başım anında kemaramana döndü.
‘’Gelin Hanım’ın fotoğraflarını çekiyorum, kadraja girdin kardeşim.’’ Gergince yutkundum. Birkaç adım ilerledim ve duyduğum nahif kahkaha sesiyle başım yeniden kadına döndü.
Bakışlarım zarifçe üstünde durduğu topuklu ayakkabılarda gezindi. Biçimli bacaklarına gözlerim kaydığında başımı hızlıca önüme çevirdim. Malkoç! Sikik sikik hareketler yapma! Ergenler gibi ne yapıyorsun, amına koyayım? Kadın birkaç saat sonra nişanlanacak!
Masaya doğru yürüdüm. Ardından tepsinin üzerindeki bardakları tek tek yerleştirmeye başladım. Bana az önce işimi bitirince gitmemi söyleyen kadın, ‘’Hatun Hanım, buradaki çiçekleri artıralım mı?’’ diye sordu. Tam arkamda hissettiğim bedenle hafifçe irkildim. Başımı hafif sağa çevirince bakış açıma girdi.
Gülümseyerek, ‘’Evet artıralım. Birazda beyaz gül ekleyelim, olur mu? Şu mor çiçekleri de beğendim. Onlardan kaldıysa nikah masasına ilave edelim.’’ dedi. Kadın, ‘’Tabii efendim, hemen ilgileniyorum.’’ dedikten sonra arkasını döndü. Avukat, ‘’Bir dakika!’’ diyerek onu duraksattı. ‘’Buyurun, Hatun Hanım?’’ dedi kadın. Avukat eliyle malikaneyi gösterip, ‘’İkinci kattaki misafir kim, biliyor musun?’’ diye sordu. Kadın başını hafifçe salladıktan sonra, ‘’Ziya Bey’in iş ortaklarından biriymiş. Düğüne katılmak için gelmişler.’’ dedi. Ne!? Acaba aradığımız adam mıydı? Ne zaman malikaneye girmişti, biz neden görmemiştik?
Aynı şeyi merak etmiş olacağız ki, ‘’Eve giren birini görmedim. Misafir ne zaman geldi?’’ diye sordu. Kadın, ‘’Hatun Hanım, bu konuda bilgim yok. Belki sitenin diğer girişini kullanmış olabilirler.’’ dedi. Olabilirler mi? Birden fazla kişi mi gelmişti? Benim gibi Avukat Hanım’ın da kafası karışmış gibiydi. Bir kadına, bir de malikaneye baktı. ‘’Tamam, sen işine devam edebilirsin.’’ diyerek nazikçe eliyle bir işaret yaptı. Kadın yanından uzaklaşırken bakışları gelişigüzel bahçede gezindi. “Sitenin başka girişi yok ki?” diye mırıldandı.
Bu hâli, geçen hafta Aşti ile birlikte gördüğümüz kadına hiç benzemiyordu. Yüzünden görebildiğim kadarıyla duyguları anlamaya çalıştım, nedense içimde garip bir hareketlilik oluştu. Her ne kadar ona bakmamaya uğraşsamda…
Kesinlikle kabul etmem gereken bir şey vardı. Çok güzeldi… Sadece güzel de değildi. Son derece özgüvenli ve cesurdu. Bunun tezatlığı olan zarifliği ise ona özgü bir farklılık gibiydi. Hiç beklemediğim anda hissettiğim bu duygularla afalladım. Başımı hızlıca önüme çevirdim. Masadaki bardaklar ve tabaklarla kısa süre bakıştım.
Sonra da onu burada bırakıp elimdeki tepsiyle birlikte malikanenin içine yöneldim. Aşti’ye bir an önce işaret vermeliydim. Aşti dışarıyı kollarken, Tanju arabayı değiştireceğimiz alt geçitin yakınlarında bizi bekliyordu. Tanju’nun ablası Çiğdem ise, her ihtimale karşılık bizim mahalledeki özel hastanedeydi. Aşti’nin haber vermesi durumunda orada anlaştığımız doktorla iletişime geçecekti. Nişan sırasında güvenlik görevlilerinin fazla olması şüphe uyandırır diye sayısını azaltmışlardı, bu da işimize yarayacaktı. Ancak her şey olabilirdi. Kaçarken yaranabilirdim, belki de ölürdüm. Her şeyi göze alarak bunu yapmaya karar vermiştim.
Mutfağa girince buradaki hummalı çalışmada gözlerimi gezdirdim. Tuğçe’yi görünce başımla buzdolabını işaret ettim. Oraya doğru ilerlerken o da bana katıldı. Buzdolabının kapısını açtığım sırada yanıma varmıştı. Gözlerim raflarda gezinirken, ‘’Yukarıya birileri gelmiş, yapabilirsen kontrol et.’’ diye fısıldadım. Başını hafifçe oynattıktan sonra buzdolabından bir sos aldı ve eski yerine geri döndü. Ben de dikkat çekmemek için bir şişe soğuk su aldım.
Şef bana, ‘’İşin bittiyse şurada adın yazılı zarfı alabilirsin.’’ diye seslendi. ‘’Yapabileceğim başka bir şey var mı?’’ diye sorunca, ‘’Hayır. Son gün çağırdığım halde geldiğin için teşekkür ederim.’’ dedi. Buradaki işimi bitirdikten sonra etrafı kolaçan ederek ve kör noktaları olabildiğince tespit ederek malikaneden ayrıldım.
Birkaç sokak sonra tanıdık gelen arabayla etrafıma bakınıp takip edilmediğime karar verdiğimde, Aşti’nin sürücü koltuğunda oturduğu arabaya bindim.
‘’Misafirler birazdan gelmeye başlar. Davetiyeye göre bir saat kaldı.’’ dedi. Gözlerim gökyüzünü taradı. Hava kararmaya yüz tutmuş, hafif turuncu bir renge bürünmüştü.
Tam Aşti’ye döndüğüm sırada telefonu çaldı. Panikle, ‘’Tuğçe arıyor!’’ dedi. Elimle telefonunu gösterip, ‘’Hemen aç.’’ dedim. Aşti çağrıyı cevaplandırdı.
‘’Tuğçe, seni dinliyoruz.’’ dediğimde, ‘’Sen gittikten hemen sonra başka biri geldi, Malkoç abi. Alt kattaki çalışma odasına girdiler. Şef birinden kahve götürmesini isteyince, onun işini bahane ederek ben götürdüm.’’ dedi.
Tuğçe fısıldamaya devam ederek, ‘’Masanın üstünde bir flash bellek, adamın dizlerinin üstünde ise orta büyüklükte bir el çantası vardı. Belki içinde para vardır.’’ diye ekledi. Tuğçe değiş tokuşa bizzat şahit mi olmuştu? İşte bu büyük sıkıntıydı.
Sözlerini, ‘’Ziya denen pislik, beni görünce flash belleği çalışma masasının çekmecesine attı. Kahve servisini yaptıktan kısa süre sonra da adamla birlikte odadan çıktılar. Çalışma odasının kapısını kilitledi.’’ diyerek bitirdi.
Aşti ile göz göze geldik. Tuğçe’yi hemen oradan çıkarmamız gerekiyordu. Hem de hemen!
‘’Tuğçe…’’ diye seslendim. ‘’Efendim, Malkoç abi?’’ dediğinde, ‘’Ne yapıp ne edip oradan çıkmanı istiyorum.’’ dedim. Şaşkınlıkla, ‘’Ama… Neden abi?’’ diye sordu. ‘’Ziya senin bir şeyler gördüğünü biliyor, orada daha fazla kalamazsın.’’ dedim. Panikle, ‘’Ama şimdi hiçbir şey söylemeden gidersem daha kötü olur.’’ dedikten sonra, ‘’Tamam aklıma bir şey geldi, ben halledeceğim.’’ dedi. Sonra da çağrıyı sonlandırdı.
Tuğçe’nin can güvenliğinden şüphe ettiğimiz her saniye yanımıza gelmesini beklerken zaman bir türlü geçmedi. Aşti’nin ikiz kardeşi olması nedeniyle, o daha çok gerilmişti. Tuğçe’nin bize doğru geldiğini görünce rahatlayarak derin bir nefes aldım.
Aşti, ‘’Geliyor!’’ dedi. Ardından Tuğçe arabanın arka koltuğuna geçti. Merakla, ‘’Ne yaptın?’’ diye sordum. Tuğçe elini bana doğru uzatınca sargılı eline hayretle baktım. ‘’Bir hafta restorandan izin istiyorum, Malkoç abi.’’ diyerek gülümsedi. Aşti, ‘’İyi misin, Tuğçe?’’ diye sorunca omuz silkeledi. ‘’İyiyim, sadece beklemediğim bir anda yandım.’’ diye hayıflandı.
‘’Ne oldu?’’ dediğimde, ‘’Siz kadını deli gibi anlatınca, üzerine bir şey dökersem beni kovar diye düşündüm. Mutfağa geldiği bir anı kolladım.’’ dedi. Şok içinde, ‘’Seni o mu yaktı?’’ diye sordum. Tuğçe başını olumsuz anlamda salladı. ‘’Hayır, pahalı elbisesini batırdığım halde gayet nazik davrandı. Hiç de anlattığınız gibi öcü değilmiş.’’ dedi.
Aşti dayanamayarak, “Nasıl yandın kızım? Onu söylesene!” diye çıkıştı. Tuğçe hiddetle, “Ne bağırıyorsun be!” dedi. Bana dönüp, “Bana öyle davranınca mahcup hissettim. Peçeteyle kadının kıyafetini silerken, şefin yanındaki kısa boylu adam vardı ya…” diyerek hatırlatmaya çalıştı. Hatırladığımı belli etme amacıyla başımı salladım. “Aptal herif! Elindeki sıcak sosu şak diye tezgahın üzerindeki elime döktü.” dedi.
Elini göstererek, “Hatun Hanım hemen elimle ilgilendi. Krem falan sürdü, sardı işte. Şef çalışmaya devam edebileceğimi söylese de, bana ekstradan içi baya para dolu bir zarf verip hastaneye gitmemi söyledi. Hatta kapıdaki adamlara beni bırakmaları için talimat verdi ama ben onları bir şekilde hallettim.” diye tüm hikâyeyi anlattı.
Aşti, “O kadını beynimde manyak diye kodladım. Sen şimdi böyle söyleyince bir şaşırdım.” dedi. O günkü halini düşündüğümde, bugünle arasındaki farkı ben de görmüştüm. Acaba çalıştığı avukatlık bürosunda bir durum mu olmuştu? Zihnimde iğrenerek, “Pis pis pis!” dediği an canlandı. Acaba bir şeye tiki ya da fobisi mi vardı? Bakışlarım Tuğçe’ye kaydı. Eğer kirlenmekle ilgili bir derdi olsaydı, kıyafetine dökülen şeyden de rahatsız olurdu.
Aşti’nin sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. “Şimdi ne yapacağız? Çalışma odası alt katta, o kadar insanın içinde eve girip, bir de kilitli kapısını kıramayız.” dedi. Haklıydı.
“Bekleyeceğiz.” dedim. Aklımdakileri kelimelere dökerek, “Nişandan sonra bahçeyi toplamak geç saate kadar sürecektir.” dediğimde Tuğçe, “Mutfak ekibinin işi o saate kalmaz.” diyerek beni tamamladı.
Başımı sallayıp, “Ama çöpleri atmaları için mutfak kapısı açık kalmalı.” dedim. İçeriye oradan girecektim. Tuğçe, “O saatte güvenliği artırırlar, Malkoç abi.” diye beni uyardı. “Biz de şu misafirlerin girdikleri yolu kullanırız. Sitenin başka bir girişi daha varmış.” dediğimde Aşti düşünceli şekilde konuştu. “Neresi bilmiyorum, Tanju ile yaptığımız keşif sırasında başka giriş görmedik.” dedi.
Birkaç saniye boş bakışlarla düşündüm. Diğer girişi çözemezsek, eve bir şekilde girsem bile dışarı çıkamazdım. Gözlerim Aşti’nin telefonunda takılı kaldı. O an yaşadığım aydınlanmayla, “Haritalardan uydu görüntüsüne baksana, Aşti.” dedim. Tuğçe, “Evet! Çok mantıklı!” diye hevesle konuştu.
Aşti dediğimi yaptı ve uygulamayı açarak telefonu önüme tuttu. Tuğçe eliyle, “Bu ne?” diye sordu. Malikanenin tam arkasında bir yol gözüküyordu ama yolun yarısından sonrası ağaçlık bir alandı ve çevresinde hiçbir şey yoktu. Ağaçlık alanın bitişinde ise yeniden evler gözüküyordu. “Bu da ne böyle?” diye mırıldandım.
Aşti garip bir şekilde haritaya bakmaya devam etti. “Bu nasıl yol ya? Devamı nerede?” diye sordu. Tuğçe, “Ne zaman çekilmiş? Belki yol tamamlanmadan öncedir?” diye sordu. Aşti, “Birkaç ay önce.” diye onu yanıtladı. Üçümüzünde aklı karman çorman olmuştu.
“Gelen gideni görebilmek için daha yakın bir konuma geçelim.” dediğimde Aşti arabayı çalıştırdı. Elimle haritadaki evi gösterdim. “Şu ev yola diğerlerinden daha yakın, en sağdaki… Onun sokağının köşesine park et.” dedim.
Aşti dediğim yere arabayı sürdü, ardından da park edip motorunu kapattı. Tuğçe, “Şimdi ne yapacağız?” diye sorunca, “Bekleyeceğiz.” dedim.
Aşti etrafı bir süre inceledi. Ben de Tanju ve Çiğdem’e haber verdim. Aşti bana dönüp, “Malkoç abi, diğer evlerin otoparkları içeride değil mi?” diye sordu.
Başımı olumlu anlamda sallarken, “Hepsinin önünde özel otoparkı var.” dedim. Eliyle önümüzdeki malikaneyi gösterip, “Bunun neden doğrudan dışarıya açılan kepenkli bir garajı var?” diye sordu. Şaşkınlıkla parmağıyla gösterdiği yere baktım. Ardından haritadaki yarım yolu inceledim.
Sonraki Bölüm İçin Aşağıdaki Resme Tıklayın ya da Sonraki Yazı Seçeneğine Basın 👇👇👇
.png)



![[GÜNCEL] 04. BÖLÜM - HATUN & MALKOÇ](https://static.wixstatic.com/media/da4286_05127c4efdd84b778b395796e2cab57b~mv2.jpg/v1/fill/w_980,h_551,al_c,q_85,usm_0.66_1.00_0.01,enc_avif,quality_auto/da4286_05127c4efdd84b778b395796e2cab57b~mv2.jpg)

Yorumlar