[GÜNCEL] 05. BÖLÜM - HATUN & MALKOÇ
- Yazar Ruyam ✍️

- 17 Eki
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Ara

Malkoç ~
Tuğçe hayretle, “Yok artık! Evin içine gizli tünel mi yapmışlar? Zenginliğe bak!” dedi. Araba evin içine ilerlerken merdivenlerden inen Aşti’yi gördüm. Arka kapıyı açarak arabaya bindi. Koltuğun tam ortasına oturup, “Malkoç abi, bu yol doğrudan Ziya’nın evinin arkasındaki yola çıkıyor. Haritadan baktığımız yol yarım değilmiş, sadece oradan sonrası tünelle buraya bağlanıyor,” dedi.
Dudaklarım aralandı, ne söyleyeceğimi bilemedim. Tuğçe, “Bu adam nasıl bir para babası? Böyle bir sitede hem burayı almış, hem kendi evi var. Bir de tabii yol ve çevresindeki arsa var,” diye mırıldandı. Böyle bir şeyi ben de tahmin etmemiştim. Ziya Tarhan, tahmin ettiğimizden daha güçlü bir adamdı. İstanbul’un göbeğine böyle bir sistemi kurdurması…
“Bu yolu yürümenin imkânı yok. Gidiş on beş dakika, dönüş on beş dakika sürüyor. Arabayla gitmek daha mantıklı, gördüğüm kadarıyla buranın bilinmesini istemedikleri için korumalara da söylememişler. Etrafta kimse yoktu.” Aşti’yi saatlerdir beklememizin nedeni buydu demek ki, yürüyerek gidip keşif yapmıştı. Bizim içeriye girdikten sonra fark edilme ihtimalimiz yüksekti. Aşti’nin dediği gibi, dönüşte on beş dakika yürümemizin imkânı yoktu.
Tuğçe arabayı çalıştırıp evin altından ilerleyen tünele girdi. Bir süre yol aldık, Aşti'nin dediği gibi fazlasıyla ıssızdı. Belli bir süre tünelin içinden devam ettik. Burası sitenin altında kurulmuş gizli bir geçit gibiydi. Üç dört dakika sonra yüzeye çıktık. Sağ tarafımızda evler vardı ancak görüş açıları tüneli fark etmeyecek şekildeydi. Etraf ağaçlarla kaplıydı. Haritada gördüğümüz yarım yola çıkınca Tuğçe iki dakika daha arabayı sürdü. Malikane görüş açımıza girince Tuğçe arabayı kenara çekti. Burası zaten tek şeritli yalnızca bir arabanın geçebileceği bir yoldu.
“Patron, biz gelene kadar Aşti sürücü koltuğunda beklesin, ne olur ne olmaz.” Ona hak vererek Aşti'ye döndüm. Aşti başıyla beni onayladı. Tuğçe ikiz kardeşine, “Arabayı çevirmeyi unutma,” diye ekledi. Torpido kutusunu açıp üç maske çıkardım. Aşti, “Benim takmama gerek var mı?” diye sordu. “Sitedeki kameraları hallettik. Tanju'nun yanına gidip arabayı değiştirene kadar sen de takarsın,” diye cevap verdim.
Ardından Tuğçe’yle birlikte arabadan indik. Bugün malikanede çalışmam büyük bir şanstı. Çünkü evi ve çevresini bu sayede biliyordum. Ben önde, Tuğçe arkamda asfalt yolu yürüyerek devam ettik. Malikanenin bahçesine girmeden önce kar maskelerini yüzümüze geçirdik, sonra da etrafı kolaçan ederek ses çıkarmadan çöplerin yanına ilerledik.
Tuğçe, “Daha korumalar gelip çöpleri almamış. Bize gece korumalar atacak demişlerdi,” dedi. Kafamı usulca çıkarıp bahçenin ön kısmını inceledim. Etraf çoktan toplanmıştı. Bahçe kapısına ilerleyip sessiz olmaya özen göstererek kolu aşağıya indirdim. Kapı sorunsuz bir şekilde açılınca rahatlamak için nefes alıp verdim. Fısıltıyla, “Kapıyı henüz kilitlememişler,” dedim. “Mutfak kısmında birileri olabilir. Dikkatli ol, patron.” Başımla onu onaylayıp dikkatli adımlar atarak içeriye girdim. Planımızda eve girişin bu kadar geç saatte olması yoktu. O nedenle tedirgindim. Çoktan flash bellek el değiştirmiş dahi olabilirdi.
Mutfağı kolaçan ettim, kimse yoktu. Bakışlarım koridorda gezindi. İçeriden konuşma ve gülüşme sesleri geliyordu. Sanırım Hatun ve nişanlısı Pars’a aitti. Üçüncü bir kişinin sesini duyamadım. Merdiven kısmında gözlerim gezindi. Yukarıda bir odanın ışığı yanıyordu. Merdivenin çaprazındaki oda Ziya’nın çalışma odasıydı. Duvara yaslanarak yan adımlarla yürüdüm. Merdiveni geçtikten sonra başımı hafifçe çıkarıp oturma odasında oturanları görmeye çalıştım. Buradan görüş açımda kalmıyordu, koridor uzundu.
Sessizce Ziya’nın çalışma odasına girdim. Bir anda içeriyi dolduran kıkırdama sesiyle gözlerim hayretle açıldı. ‘’Aa! Ne oldu? Yoksa bir şeyini mi unuttun?” diyen kadınla neye uğradığımı şaşırdım. “Rüşvet verirsen nerede olduğunu söyle...’’ Sözleri beni gördüğünde yarıda kesildi. Eyvah! Malkoç, şimdi ne yapacaksın?
Hatun’un gözleri beni fark etmesiyle kocaman açıldı. Sanırım nişanlısını bekliyordu, tabii kar maskeli birini görsem ben de korkardım. Panikle birkaç adım geriye kaçınca çığlık atacağını anladım. Elimi koluna doğru uzattım ve bedenini kendine çekmeye çalışarak avcumu dudaklarına bastırdım. Benden kaçmak için debelenirken elimden kurtuldu. Bir anda ayağı kaydı ve başını masanın kenarına sertçe çarptı. Ardından da tüm bedeni yere çuval gibi yığıldı.
O an ilk düşündüğüm şey kaçmak olsa da, bakışlarım başından zemine sızan kanı buldu. Gözlerimin önünde annemin sokakta kanlar içinde yatan görüntüsü belirdi. Ellerim titremeye başladı. Daha birkaç saat önce nişanlanmış, gelecek hayalleri olan, avukatlık gibi bir mesleği icra eden birini öldürmüş olabilir miydim? Anın verdiği şokla bir süre kalakaldım. Ardından hafifçe eğildim ve nabzını yokladım. Nefes alışverişi yavaştı. Gitsem, ya onu bulduklarında geç olursa? Şimdiye kadar buraya kimsenin gelmemiş olması dahi ne olacağını kanıtlar nitelikteydi. Elimle alnımı ovuşturdum. Katil olmak istemiyordum. Dakikalardır yerde yatan kadında gözlerim gezindi.
Lanet olsun! Ya ölürse?
Yutkundum.
Son okuduğum kitapta, “Ceset yoksa cinayet de yoktur,” yazıyordu. Böylesine katil ruhlu bir yazardan feyz almak aptallıktı. Ama şu an gerçekten katil olmak üzereydim.
Kafamı iki yana salladım ve eğilerek yerde kanlar içinde yatan kadını kucağıma aldım. Etrafı kolaçan edip, geldiğim yoldan bahçe kapısına ulaştım. Beni gören Tuğçe’nin bakışları panikle kucağımdaki kadını buldu. Hayretle, “Siktir,” diye mırıldandı. Üzerindeki gömleği hızlıca çıkarıp Hatun’un kafasına bastırdı.
Fısıltıyla, “Ne yaptın?” diye sordu. Başımı sağa sola salladım. Konuşacak mecalim yoktu, ben de ne yaptığımı bilmiyordum. “Hey! Siz de kimsiniz?” Bakışlarım duvar kenarındaki korumayı buldu. Sanırım koruma ilk önce bizi çalışan sandı, hemen ardından kucağımdaki kadını görünce silahına sarıldı. Tek yaptığım Hatun’u kendine daha çok yaklaştırmak oldu. Koruma içgüdüsüyle bedenini sarmaladım.
Tuğçe’nin adamın koluna attığı tekmenin ardından, korumanın kolunu tutup kafasını malikane duvarına vurması birkaç saniye aldı. Öylece olduğum yerde kalmıştım. Kimseyi öldürmek planlarımız arasında yoktu. Ama daha flash belleği alamadan iki kişi yaralanmıştı.
Tuğçe etrafı kolaçan edip biri bizi duydu mu diye baktı. Sonra da yanıma gelip, “Korkma patron, sadece bayıldı. Uyandığında tabii başında birkaç haftalık zonklama illa olacaktır,” dedi. Birlikte arka bahçeyi geçtik ve asfalt yolda bir süre ilerledik. Arabayı gördüğümde derin bir nefes aldım. Yaşama şansı vardı…
Kucağımdaki kadını arka koltuğa uzandırdım. Başını dikkatli şekilde Tuğçe dizinin üstüne aldı. “Nefes alıyor değil mi?” diye sordum. Aşti şok içinde, “Ne oldu? Bu küfürbaz kadının burada ne işi var?” diye sordu. Tuğçe, “Bilmiyorum, hadi sür,” diye seslendi. Anında ön koltuğa geçtim ve emniyet kemerimi bağladım.
Aşti, “Çiğdem ablaya haber verdiniz mi?” diye sordu. Bakışlarım arabanın arka koltuğunda uzanmış kadına kaydı. Şu an tek düşünebildiğim oydu. Kalbim deli gibi atıyordu. Lanet olsun! Neden içeriyi kontrol etmeden bir anda çalışma odasına girmiştim ki?
Tuğçe bana baktı. Benden bir karşılık bulamayınca, “Sen ara, Aşti. Kanaması çok fazla, kan da hazırlasınlar,” dedi. Kanaması fazla… Ölür müydü? Ben şimdi ne yapacaktım? Bakışlarım ellerimi buldu. Kan içindeydi…
Aşti bana döndü. “Abi, Tanju ile köprünün altındaki buluşma...” Kulaklarım uğuldadığı için onu duyamadım. Gözlerim yeniden alnında, göz kapağında ve alnında kurumuş kan lekeleri bulunan kadına kaydı. Hatun’a… Tuğçe’nin üzerinden çıkardığı beyaz renkli gömlek kan kırmızısına dönüşmüştü. Kırmızı…
Kolumda bir baskı hissedince sarsıldım. Zorla Aşti’ye döndüm. “Malkoç abi, arabayı değiştiriyoruz. Hadi!” Etrafıma şaşkınlıkla baktım. Ne zaman köprüye gelmiştik?
Tanju ve Aşti, minibüs tarzı olan arabaya bedenini sarsmadan Hatun’u yerleştirdi. Hemen bitişiğindeki tekli koltuğa oturdum. Tanju, “Abi, iyi misin?” diye sordu. “Değilim.” Başını hafifçe sallayıp tereddütle hareketsiz yatan bedene baktı. Ardından minibüsün arkasından inip, dolanarak sürücü koltuğuna bindi. Aşti bana dönüp, “Doktor hazır bekliyor, abi. Merak etme,” dedi. Bakışlarım yeniden Hatun’u buldu. Sanki elinin rengi solmuştu. Uzanarak aşağıya sarkmış sol elini tuttum. Buz gibiydi.
Yutkundum.
Sesimi birkaç saniye bulmak için bekledim. Tuğçe’ye dönüp, “Öldü de bana mı söylemiyorsunuz?” diye sordum. Konuşurken sesim titremişti. Tuğçe yüzüme öylece baktı, hiçbir şey söylemedi. Aşti beni rahatlatmaya çalışıp, “Bileğinden nabzına bak, abi. Yaşıyor. Allah izin verirse yaşamaya da devam edecek,” dedi. Tuğçe ikizini, “Telkin etme! Her an her şey olabilir. Sonra suçluluğunu bastıramayacak, ” diye uyardı. Sonra… Öldükten sonra…
Hatun’un elini elimin içine alıp sımsıkı kavradım. Sanki elini ısıtabilirsem onu iyileştirebilirmişim gibi geldi. Kalp atışlarım hızlanmış, vücut sıcaklığım artmış, stresten alnım boncuk boncuk terlemişti.
Bakışlarım yola kaydı. “Daha gelmedik mi? Bu yol bu kadar uzun değildi!” diye kızdım. Sanki bir türlü bitmiyordu… Zaman geçmiyordu… Her saniye çok önemliydi, yaşaması gerekiyordu.
“Geldik abi,” dedi Tanju. Bakışlarımı son kez Hatun’un yüzünde gezdirip kendi kendimi avutmaya çalıştım. Eli belki de o kadar soğuk değildi. Sadece korktuğum için benim vücudum fazladan ısınmıştı. Evet, ondan olmalıydı.
Kapı açılınca Çiğdem’i ve yanındaki doktoru gördüm. Doktor, “Kıpırdatmayın, önce bir kontrol edeyim,” dedi. Onun binebilmesi için arabadan indim. Terlemiş avuçlarımı pantolonuma sürdüm. Ne yapacağımı bilmiyordum.
“Abi?” Tanju’ya döndüm. “Hadi bir tuvalete gidelim. Doktor, gerekli müdahaleyi yapıyor. Birazdan içeriye, hastaneye de alacaklar.” Başımı olumsuzca salladım. Onu yalnız bırakmak istemiyordum. Ya tuvalete gittiğimde ona bir şey olursa? Aşti, dudaklarını aralamıştı ki başımı hiddetle sallayarak onu susturdum.
Kısa süre sonra Hatun, sedyeyle hastaneye alındı. Doktor, acil kan lazım olduğunu söyledi. Allah’tan dosyada kan grubu yazıyordu da Aşti ezberlemişti. Hemen bizim çocuklardan birilerini ayarlayıp kan aldırdık.
Koridordaki bekleyişimiz uzun sürdü. Baskın bir ses tonuyla tanıdık biri, “Malkoç!” diye seslendi. Başımı çevirdiğimde bana doğru yürüyen Tuncay babayı gördüm. “Efendim?” diyebildim.
Bakışları odayı buldu, ardından bana döndü. “Alabildin mi?” Başımı iki yana salladım. Tek şansımız olan flash belleği alamamıştım. Kızgınlıkla, “O zaman, ne demeye o adamın kızını buraya getirdin? Bıraksaydın, ölseydi!” dedi. Duyduklarım karşısında dudaklarım aralandı. Şaşkınlıkla Tuncay babaya baktım. “Olur mu öyle şey? Katil mi olsaydım?”
Bana bakarken gözlerini kıstı. “Peki, şimdi ne yapacaksın? Babası Ziya çoktan peşimize düşmüştür!” Bilmiyordum. Sadece onu orada ölüme terk etmeyecek bir adam olduğuma emindim. Kızının ne suçu vardı? Yoktu. Benim hatamdı! Oturma odasından gelen kadın ve erkek sesini duyunca nişanlısıyla birlikte orada olduğunu sanmıştım. Çalışma odasında birinin olup olmadığına bakmam gerekirdi.
Sonraki Bölüm İçin Aşağıdaki Resme Tıklayın ya da Sonraki Yazı Seçeneğine Basın 👇👇👇
.png)



![[GÜNCEL] 06. BÖLÜM - HATUN & MALKOÇ](https://static.wixstatic.com/media/da4286_0fd5422754ef4167b54b4d4a9f4a6f81~mv2.jpg/v1/fill/w_980,h_551,al_c,q_85,usm_0.66_1.00_0.01,enc_avif,quality_auto/da4286_0fd5422754ef4167b54b4d4a9f4a6f81~mv2.jpg)

Yorumlar