[GÜNCEL] GİRİŞ - NEURA I
- Yazar Ruyam ✍️

- 20 Eki
- 5 dakikada okunur

🥀🩸
Kael'Tharion ~
Kan... Gözlerimi açtığım anda kendimi boşlukta süzülürken buldum. Sessizlik, evrenin iç organları gibi ağır ve suskundu. Sadece boşluk… Ne rüzgâr esiyordu ne de zaman akıyordu. Her şey durmuştu. Ya da daha doğrusu… biri tarafından durdurulmuştu.
Ruhum bedenimden ayrılmış ve daha önce yalnızca kadim uyanışlarla erişilen düzleme gelmişti. Burası sadece savaşın eşiğinde ya da ölümle burun buruna gelindiğinde ulaşılabilir bir boyuttu. Ama imparatorluğum savaşta değildi. Kanımı taşıyan birinin öldüğü de yoktu. Sadece bir yankı... nedenini bilmediğim, beni çağıran garip bir titreşim…
Gerçekliğin dış yüzeyinden evrene bir bakış attım. Geçmiş, gelecek ve şimdi… Hepsi bir çizgide birleşmişti. Safkan bir Neura’lı olduğumdan, bilincimin sınırlarını zorlayan ruhsal alanlara adım atmak sıradışı değildi ama ilk defa bu düzlemdeydim. Kadim zamanlarda başlamış ve doğrudan ruhuma dokunan nedensiz bir çağrıya karşılık vermiştim. Ne zaman yaşandığını ya da henüz yaşanıp yaşanmadığını dahi bilmiyordum.
Ruhum tek bir cümleye bağlandı. “Gerçekten tam krallara layıktı.” İşte… yankının kaynağı burasıydı.
İmparatorluğumun maden gezegenlerinden birinde çığlık sesleri duydum. Yakarışlar… Yardım talepleri… Acı… Ölüm… Zihnim yankının kaynağından uzaklaştı ve doğrudan Ezgur’a odaklandı.
“Sanırım… burada öleceğim.” Bir kadın çığlığı… Endişeli bir erkeğin, “Arden!” diye bağırması... Patlama… Sis… Tanıdık bir kahkaha sesi… Babam, Yüce Varion!
Babamın ruhuna odaklanmıştım ki bir anda görünmez bağlarla galaksiler arasında sürüklendim. Güvenlik nedeniyle Neura’nın içinde bulunduğu galaksinin geçitleri kapalıydı. Yaşadıklarıma anlam veremedim, bu nasıl olabilirdi? Böyle bir irade kimde var olabilirdi? Şaşkınlığım, ruhuma etki edemeden gökyüzünde belirdim. Burası… benim gezegenlerimden birine ait değildi. Zamanın kıyısında kalmıştı. Adını bilmiyordum. Hissediyordum, yer çekimi bile farklıydı. Etrafımda tanıdık hiçbir şey yoktu.
Şimdiye kadar kudretimin onda birine sahip bir varlık dahi görmemiş, tanımamıştım. Yaşadığım yüzyıllarda böyle birini duymamış olmam… beni derin bir ikileme maruz bıraktı. Gelecekten biri miydi? Ama... yankı çok eskiydi. Beni buraya yönlendiren gücün sahibi kim olabilirdi?
Gökyüzünde süzülen garip nesne dikkatimi çekti. Bu ilkel şey de neydi? Üzerindeki yazıları anlayamadım. Hâlbuki ben, Kanın Efendisi, Kael İmparatorluğu’nun Kralı Kael'Tharion… Karanlık çağlardan annemin rahmine yüzyıllar süren ritüellerle çağrılmıştım. Şimdi nasıl olur da hiç bilmediğim bir lisanla karşılaşırdım?
Bakışlarım ilkel nesnenin havada duran parçasında gezindi. A9-DQA… Zihnimin derinliklerinde hiçbir anlam ifade etmiyordu. Gezegenin adı olabilir miydi? Belki…
Bir inilti işittim. Daha önce hiç hissetmediğim bir duygu benliğimi esir aldı. Kıskançlık… Duygulardan yoksun olmasıyla bilinen safkanlığım, ufak bir iniltiye teslim oldu. Yatağın üstünde gördüğüm bir bedene, ardından da ruhumun çekildiği başka bir mekâna geldim.
Zaman burada geriye akmıyor, aynı zaman diliminde geleceğe doğru kıvrılıyordu. Bu ilginçti. Zamanın geriye akmadığı bir düzlem... Şimdiye kadar yalnızca geçmişe gidebilmiştim şimdi ise... Sabit süreç… Burası bir dönüm noktası olmalıydı. Hava karanlıktı ancak gökyüzünde plazma küreler gözüküyordu. Tahminen altı bin civarında… Önünde durduğum boş arazide ilerledim. Buradaki yapılar eskiydi, biri dikkatimi çekti. Muhtemelen bir konaktı. Parmaklarımı taş yüzeyde gezdirdim. Tanıdıktı… Sarayımın yüzeyine benziyordu ancak görünüşü kendi galaksimdeki Galion'lardan farklıydı. Bizim yapılarımız daha düzenliydi, burası ise… bu konak… diğerlerinden uzakta sanki bir fazlalıkmış gibi duruyordu.
Yapıların yer yer dağılmış gölgeleri, ıssız toratlar ve zamanın kıyısında yalnız başına duran ben. Bir şey geliyordu, hissediyordum. Sanki yüzyıllardır tam şu an yaşanıyordu. Her şey bunun için yaratılmıştı… Hem de kocaman bir evren!
Konağa bakarken içimde bir sıkışma hissettim. Ruhum onları anında fark etti. Taşların beklediği bir şey vardı. Yıllardır bildikleri ve kabul etmek istemedikleri kaderleri… Konak, benim şahitliğimde kendi kaderine boyun eğdi. O an gökyüzü yırtıldı. Bakışlarım havadaki üç nesneye kilitlendi. Bu gezegen... savaşta mıydı?
Nesneler, öylece... hiçbir savunmayla karşılaşmadan hedeflerini bularak suskun geceyi aydınlattı. Her biri farklı açıdan aynı noktayı buldu. Konağın tam kalbini… Boyutları küçük gözükse de taşıdıkları işte bu yıkımdı. Patlama sesi gürültüyle yankılandı. Her şeyin parçalanışını, camların patlamasını, taşların feryadını ve içine çökerek yok oluşunu en derinlerimde hissettim. Çok kısa bir sürede… içindeki bedenler… ses çıkaramadan susturuldular. Patlamanın vermiş olduğu zararla her yer kül kaplandı.
Zaman, geleceğe doğru kıvrılmaya devam etti. Aynı yerde kalarak neden burada olduğumu anlamaya çalıştım. Bir kadim uyanışta nasıl gelecek görülebilirdi? Mantığım... yaşadıklarımı kabul etmek istemiyordu. Etraf kalabalıklaştı. Tek fark edebildiğim varlıklar başka ruhlardı. Ne yazık ki gerçekliğin dışında olduğum için doğrudan suretlerini göremiyordum.
Yıkımın ardından diğerlerinden farklı dört ruh fark ettim. Hemen konağın girişinden içeriye bakıyorlardı. Üç tanesinin silüetlerini seçemesem de dördüncü olanın bir şekli yoktu. Ne erkekti ne de kadın, ne geçmişten geliyordu ne de geleceğe ait görünüyordu. Sadece tam şu anda vardı. Sessizdi… Safkan formda benim gibi bir varlıktı. Belki de çoktan ölmüş birinin solan enerjisiydi ya da hiç var olmamış bir ruhun kırıntısı… Ben de onun gibi beyaz mı gözüküyordum? Muhtemelen… Ancak diğerlerinin rengi farklıydı.
Ardından gökyüzüne yükselen ruhları gördüm, ölmüşlerdi. İçlerinden biri hafif parlak bir ışıltı yayıyordu. Ruhunu incelemek için yoğunlaşınca bunun ona acı verdiğini hissettim.
“O senin bir parçan… senin kanından…” Zihnime ulaşan kelimelerle afalladım, bakışlarım beyaz varlığa kaydı. Burada olduğumu biliyordu.
“Sen de kimsin?”
Doğruca semaya yükselen hafif parıltılı ruha odaklanmıştı. “Ben senin annenim.” Bu da ne demekti?
“Ben D’Zahk hanedanlığından Kraliçe Moira’nın oğluyum. Onun bedeninden doğdum!”
Beyaz varlığın odağı sağındaki mor ruha, ardından da siyah ruha kaydı. Mor olan acı içindeydi, var olma mücadelesi verirken intikam hırsı anbean daha çok harlanıyordu. Kırmızı olan beklediği zamanın geldiğini biliyordu, kendi içinde hesaplaşmalar yapıyordu. Siyah ise donmuştu. Hareket etmiyor, her şeyi kaydediyordu. Sanki ne olduğunu değil, ne olacağını izleyerek mor ruhun hareketlerine odaklanıyordu.
“Bedenin evet, peki ya ruhun?” Uykuda olan bedenimin kaşları çatıldı. Ruhum mu?
Varlığın bana yoğunlaştığını hissettim. “Git! Bana yalvardığını sana ait kılıyorum!” Zihnimdeki kelimeler cümleye dönüşemeden kendimi yoğun bir sisin içinde buldum. Beden suretimin içinde bambaşka bir yerdeydim. Burası… maden gezegenlerimden biri olan Ezgur’du. Sisin ve külün ardını görmeye çalıştım. Benim bildiğim Ezgur’da savaş yoktu. Hatta tam tersi Ezgur, doğal tabiatıyla gezginlerin uğrak noktası olurdu. Halkı yıllardır hanedanlığımla uyum içindeydi. İnsanları mutlu ve huzurlu olan bu gezegen, şimdi neden bu hâle gelmişti? Ben… hangi zamandaydım?
Bir kadın çığlığına karışan endişeli bir erkeğin, “Arden!” diye bağırdığını duydum. Hemen ardından bir patlama oldu. Üstüme doğru eğilen birini omuzlarından istemsizce tuttum. Göz göze geldiğim bedenle yutkundum. O... dişi bir insandı! İçime yayılan garip duygular hissettim, bedenim titredi, varlığım adeta onun ruhuna kenetlendi. Bu nasıl olurdu? Bir insan… nasıl benim gezegenimde doğardı da bundan haberim olmazdı? Bakışları ölümle yaşam arasındaki ince çizgiyi gözler önüne seriyordu. O… ölmek üzereydi.
İnsanlar bizim galaksimizde en alt tabakada bile yer almazdı. Güçsüz, aciz ve hiçbir işe yaramayan ırklardı. Fazlasıyla ilkel oldukları için evrimlerini tamamlayamamışlardı ama... Ama bu sefer farklıydı, içimde… ruhumda tüm aşağılayıcı hislerin yanında başka bir şey vardı. Bunu kabullenmek istemediğimden parmaklarımı bollaştırdım ve bedeninin düşmesine izin verdim. Dişi insanın bedeni yere doğru ivmelendiği anda gözlerimi açtım.
“Majesteleri…” Bakışlarım Leydi Serath’a kaydı. Üstünü giyinmiş, sabahlığının kuşağını bağlıyordu. “İzninizle,” dedi. Göğsüme oturan ağırlıkla yutkundum. “Çekilebilirsin.”
Leydi Serath reverans yaptıktan sonra, “Emrinizdir, majesteleri,” diyerek odamdan ayrıldı. Sağ elim yatağın hâlâ sıcak olan tarafında gezindi. Nedensizce suçluluk duygusuna kapıldım. Kaşlarım anında çatıldı. Gözlerimi sıkıca yumduğumda zihnimde canlanan tek şey… bir insanın görüntüsüydü.
🥀🩸
Karanlığın kalbinden doğan,
Neura’nın tek hakimi,
Aethra, Varyon ve D’Zahk galaksilerinin mutlak lordu,
Zamanda ve mekânda ismi mühürlü,
İlkel Enerjinin Varisi,
Ruhları çağıran Kanın Efendisi,
Kael İmparatorluğu’nun taçlı hükümranı,
Sonsuz Taht’ın yaşayan gölgesi,
Yüce Kael’Tharion!
.png)





GİRİŞ - NEURA - YAYINDA!
Yeni bir hikâyeye hazır mısınız? ARK Evreni içinde geçen bağımsız bir seri... Detayları yakalayanları yoruma bekliyorum. 🫣 Sizce... gelecek bize neler gösterecek? Birinci bölüm için alarmlarınızı şimdiden kurun 🫶✨