top of page

[TASLAK] 04. BÖLÜM - ELİZABETH & JACKSON

Güncelleme tarihi: 11 Ara

ree

Elizabeth ~

“Evet, sizin konuşmanız son söyleşi,” diyerek onu onayladım. Jackson’dan sonra bir kişi daha konuşacaktı. Bugün erken geldiği için onu dinlenme odasından çağırmıştım. Ben önde o arkada salona geri döndük.

“Buyurun, sizin sıranız.” Elimle sahneyi göstererek gülümsedim. O sırada sahneye ilerleyen adama sert bakışlarıyla bakan Jackson’ı gördüm. İfadesi… onu öldürmek istiyor gibiydi. Başını bana çevirdiğinde göz göze geldik. Bakışları yavaşça gülümseyen dudaklarıma kaydı, gözlerinin anbean karardığını fark ettim. Bu da neydi?

Başımı iki yana sallayıp merdivenlere ilerledim ve eski yerime oturdum. Anna’nın imalı bakışları üstümdeydi. Lenny kulağıma eğilerek, “Seni kıskandı,” diyerek kıkırdadı. “Neden?”

“Bay Andreas, güzelliğin hakkında konuşunca kudurmuş olmalı.” Omuz silktim. “George’a karşı da nazikti. Bence halk içindeki imajını iyileştirmek için yaptığı ufak hamleler.” Lenny’nin dikkati titreyen telefonuyla dağıldı. “Gitmeliyim,” diyerek yanımdaki koltuktan ayaklandı. “Ne oldu?”

“Henry arıyor. Bu son konuşmacı, değil mi?” Başımla Lenny’i onayladım. “Tamam, bahçede buluşuruz.” Lenny yanımdan uzaklaşarak merdivenlere yöneldi.

Derin bir nefes alıp bakışlarımı konuşma yapmaya hazırlanan adama çevirdim. Herkes koltuklarına çoktan geri dönmüştü. Telefonum titredi. Gruba atılan videolar ve fotoğraflar vardı. Tabii Jackson ile ilgiliydi. Üniversite söyleşisine gelmesi son derece dikkat çekmişti.

Dikkatim yanımda duran bacaklara kaydı. Başımı kaldırdığımda Jackson’ı gördüm. Afallayarak, “Bay Andreas?” diye sordum. Yanımdaki koltuğa göz ucuyla bakıp, “Müsaadenle,” dedi. Olduğum yerde toparlandım. Hemen yanımdaki koltuğa iri yarı cüssesi ile oturdu. İnsanların bakışları onun ve benim üzerimdeydi. Kendimi hiç olmadığım kadar rahatsız hissetmiştim.

“Kampüs magazini mi?” diye sorunca bakışlarını takip ettim. Telefonumda açık olan sayfaya bakıyordu. “Evet, söyleşi için üniversitemize gelmeniz büyük bir onur.” Hafifçe gülümsedi. “Eğer bugün gelmeseydim seni bulamayacaktım.” Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bu da ne demekti?

“Anlamadım?” diye sordum. “Seni akşam yemeğini davet edebilir miyim?” Kaşlarım anında çatıldı, tüm bakışlar üzerimizdeydi. “Hayır, hiç sanmıyorum.” Bakışları yüzümde gezindi. “Neden?” Ses tonundaki merak beni kaygılandırdı. “Çalışıyorum.” Onun da kaşları çatıldı ve bakışlarını sahneye çevirdi. Bacağının hafifçe sallandığını fark ettim. Sinirlenmiş miydi? Onu reddettiğim için kızmış mıydı?

“Bunu sormam biraz garip biliyorum ama...” Bana bakmadan konuşmayı sürdürdü. “Zorunda olduğun için mi çalışıyorsun? Ailen masraflarını karşılamıyor mu?” Neden bunu merak etmişti ki? Ona neydi?

“Seyahat etmeyi severim, bu yüzden kendim çalışmak istedim. Hem iş hayatını öğreniyorum, hem de para biriktiriyorum.” Rahatlamış gibi derin bir nefes alıp verdi. “Bir sağlık sorunun var mı?” Ha? Ne? Tek kaşım havalandı. “Hayır, neden sordunuz?” Kasları biraz daha gevşedi. Yüzünü bana doğru çevirip, “Hiçbir şey hissetmiyor musun?” dediğinde bir süre yüzüne baktım. Ne hissetmem gerekiyordu?

Kendi kendine, “Hissetmiyorsun,” diye fısıldadı. Anlamadığım kadar sessizce bir şeylere söylendi.

Yanımdan geçen öğretmenlerden biri, “Elizabeth,” diye seslenirken hafifçe eğildi. Elini koluma atıp, “Yarın benim yerime geziye katılabilir misin?” diye sordu. “Elbette, Bay Down. Sizin için yapmamı istediğiniz başka bir şey var mı?”

Dudaklarını aralamıştı ki bakışları eline kaydı. Jackson’ın Bay Down’ın elini kolumdan sertçe sıkarak kaldırdığını gördüm. Bakışlarım hızla Jackson’a kaydı.

Bay Down, “Özür dilerim Bay Andreas, niyetim Elizabeth’i rahatsız etmek değildi,” diye açıkladı. Başımı iki yana salladım. “Rahatsız olmadım.” Bay Down iyi bir insandı ve şimdiye kadar zorunda olmadıkça kendi görevlerini başkalarının yapmasını istediğini görmemiştim.

“Bayan Down’la ilgili mi?” diye sordum. Başını hafifçe salladı. “Şimdi hastaneye gideceğim, doğumun başladığını söylediler.” İçtenlikle gülümsedim. “Şimdiden sizi ve Bayan Down’ı tebrik ederim.” Karısı hamileydi, belli ki yakın zamanda doğum yapacaktı. Jackson’a kısa bir bakış atıp bana birkaç talimat verdi, ardından yanımdan uzaklaştı. Ben de konuşmacıyı dinlemeye geri döndüm.

Üzerimdeki yoğun bakışların farkındaydım. Bazı insanların dönüp dönüp, bana ve yanımdaki adama bakmasından bir şeyler anlamıştım ama görmezden gelmeyi tercih ettim. Tüm söyleşi boyunca yüzümü izlemek istiyorsa kendisi bilirdi. Muhtemelen yüzümü bir daha görmeyecekti.

Konuşmanın sonlarına doğru yaklaşıyorken konuştu. “Başka bir adamın sana dokunmasına tahammül edebileceğimi sanmıyorum. Kimsenin tenine değmesine izin verme!” Bakışlarım hayretle açılarak Jackson’ı buldu. Yüzümün her bir santimini aklında tutmaya çalışıyormuş gibi mimiklerimi incelediğini fark ettim.

“Bunu bana tam olarak ne vasıfla söylüyorsunuz?” Bakışları dudaklarıma kaydı. “Söylesem inanmazsın,” dedi. “Ah! Yoksa sihirli güçleriniz mi var?” Dalga geçtiğim ses tonumdan belliydi.

Alaycı bir gülümsemeyle, “Sihirli güçler mi?” diye sordu. “İnsanlara emirler veriyorsunuz ve onlar da sizin verdiğiniz bu emirlere sorgusuz sualsiz uyuyor mu?” Bir anda ciddileşti. Hiç düşünmeden, “Evet,” dedi. “Tamam, o zaman yeniden deneyin.” Gülümseyerek başını iki yana salladı. “Senin üzerinde etkili olmaz, sen benim Mate’imsin.” O da ne demekti? Mate mi?

“Ben deneyebilir miyim?” Hafif bir şaşkınlıkla başını salladı. “Benden uzak dur!” Birkaç saniye bekledim ama hiçbir şey olmadı. Ah! Cüssesini görünce onlardan biri olduğunu düşünmüştüm, yanılmışım. “Bunu istesem de yapabileceğimi sanmıyorum.” Bakışları ellerimde gezindi. “Sensiz nefes almak dahi zor, yanından bir an olsun ayrılmak istemiyorum.” Ah! Bu adam kafayı mı yemişti?

Olduğum yerde ayaklandım, birkaç saniye sonra etrafta bir alkış sesi duyuldu. Söyleşiler sona ermişti. Merdivenlere yönelip, doğrudan ortak odaya ilerledim. Masanın üzerinden deri ceketimi aldım, çantamı toparladım. Bakışlarım kalemimi aradı. “Neredeydi şimdi bu?” Başımı iki yana sallayıp boş verdim. Lenny beni bahçede bekliyor olmalıydı. Bugün beni işe o bırakacaktı.

Koridorun sonunda insanların etrafını sardığı Jackson’ı gördüm. Gözlerimiz doğrudan birbirini buldu ancak ben, bakışlarımı ondan kaçırdım. Bahçeye yöneldiğimde arkamdan geldiğini fark edip adımlarımı hızlandırdım.

Kolumda hissettiğim parmaklarla afalladım. Tüm bedenime garip bir enerji yayıldı. Bu da neydi? Şaşkınlıkla önce parmaklara, sonra da parmakların sahibine baktım. Jackson kolumdaki parmaklarını rahatsız olduğumu hissetmiş gibi geri çekti. Garip olansa rahatsız olmamış olmamdı. Yani… bu garipti. Nasıl tarif edebilirdim ki? Tüm bedenime inanılmaz bir duygu yayılmıştı ve birkaç saniyede komple yok olmuştu.

“Efendim?” diye sordum. Jackson konuşmadan bir süre yüzüme baktı. Bu duruma anlam veremeyerek tek kaşımı havaya kaldırdım. “Ben… senden uzak kalamıyorum.” Ellerimi deri ceketimin ceplerine yerleştirdim. “Bakın, Bay Andreas. Ben psikiyatrist değilim, sorunlarınızı çözemem. Bu numaralarınızı başkalarında deneyin, benden bir karşılık alamazsınız. Hem de asla!”

Düşünceli bir ifade takındı. “Hayır, hissettiklerim gerçek… Yani, bunu nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Bir anda söylemek doğru değil. Bu sefer gerçekten kafayı yediğimi düşünebilirsin.” Daha çok kendi kendine konuşmuştu. Bıkkınca, “Benden ne istiyorsunuz?” diye sordum. Bakışlarım yakışıklı yüzünde gezindi. Sonra etrafımızda hayranlıkla onu izleyen kadınlara baktım. Hatta… erkeklere… Kadınları anladım da erkekler ne alakaydı, onu çözemedim. Jackson’ın başarılarına ve elde edebildiklerine mi imreniyorlardı?

“Karım olmanı istiyorum.” Pardon, ne?

Başım ona dönerken kaşlarım çatıldı. “Sizin gerçekten profesyonel bir desteğe ihtiyacınız var. Daha yeni tanıştık…” dedikten sonra duraksadım. “Hayır, biz daha tanışmadık bile.” Gözlerinin içindeki yoğun duygularla bozguna uğradım. Bu adamın sorunu neydi?

“Senden beni anlamanı beklemiyorum,” dedi Jackson ve bana doğru birkaç adım attı.

“Seni ne kadar süredir beklediğimin farkında değilsin.” Yüzümü yumuşak bakışlarıyla inceledi. “Yıllarca seni aradım, Elizabeth. Ve sonunda seni buldum. Hem de hiç beklemediğim bir yerde…” Bakışlarını etrafta gezdirdi. Kampüste merakla ikimizi izleyen kalabalıktan rahatsız oldum.

“İnsanlar,” diyerek derin bir nefes alıp verdi. “Onlar da senin gibi insanlar...” Bakışlarındaki duyguların anbean değiştiğini gördüm. Tek tek bahçedeki erkeklerde gözlerini ölümcül bir tehditle gezdirdi. Bu da neydi?

Bir anda bana dönünce şaşkınlıkla kalakaldım. Milyarder Jackson Andreas’ın şu an benimle neden bu konuşmayı yaptığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bu adam… ulaşılmazdı! Aramızdaki bu garip çekim beni aşırı derecede korkutuyordu.

Bakışları köprücük kemiğimde... boynumda... dudaklarımda gezindi, en son yanağımda durdu. Elini hareketlendirdiğinde birkaç adım geriye kaçtım. Eli havada asılı kaldı. Sanırım yanağıma dokunacaktıancak izin vermedim.

Benim gönül eğlencesine ayıracak zamanım yoktu. Bu tarz adamlar ciddi ilişki yaşayacağız diye genç kadınları kandırıp sadece yatak arkadaşı olurdu. İki gün sonra da sıkılıp sözde ciddi ilişkiyi bitirirlerdi. Hep aynı numara…

“Bakın Bay Andreas! Neden bahsettiğinizi anlamıyorum. Lütfen benden uzak durun.”

Jackson’ın göz bebekleri genişledi. Hayretle, “Senden uzak mı durayım?” diye sordu. Böylesine büyük tepkiler hiç inandırıcı değildi. Şu kadarcık sürede ilk görüşte aşık olduğunu iddia edip, 'sensiz ölürüm, yaşayamam,’ diye tepkiler verilmesi gerçekçi durmuyordu. Hayır, ne ara bana bağlandın da böyle büyük bir hayal kırıklığı yaşayabiliyorsun? Oyunculuk konusunda kendisini geliştirmeliydi. Sonuçta o kadar parası vardı, ülkedeki en iyi oyuncu koçunu bulup onunla çalışabilirdi.

Kararlı bir ifadeyle konuştum. “Evet, lütfen! Bir daha karşıma çıkmayın.” Jackson’ın bakışları kısıldı, dudağının kenarı psikopat bir ifadeyle kıvrıldı. Bu görüntü ürkütücüydü. Gerçekten takıntılı insanlardan olabilir miydi? Belki de bir sosyopattı.

“Sensizliğin nasıl bir his olduğunu bilmiyorsun, Elizabeth. Ben yeterince sensiz kaldım! Artık senden ayrı kalmayacağım.” Dişlerini sıkıştırarak gür bir ses tonuyla, “ASLA!” dedi. Üstüne basa basa konuşması yutkunmama neden oldu. “Sen bile buna engel olamayacaksın!”

“Bay Andreas…” Nefes nefese kalmıştım. Jackson’ın bakışları aralanmış dudaklarıma kaydı. Hem beden dili, hem de bakışları anında değişti. Sanki… yumuşadı, ya da bilmiyorum. Susuzluktan ölmek üzere olan birinin su bulması gibiydi. Ama ben emindim, hisleri serap misali yanılsamaydı. Beni takıntı haline getirmesinden korktum.

“Bana Jackson diyebilirsin.” Ses tonu az önceki sertliğine nazaran, karşısındaki avı korkutmamaya çalışan bir avcının hasasiyetinde çıkmıştı. Korkutucuydu, hem de çok!

“Kimsenin size isminizle hitap etmesinden hoşlanmadığınızı biliyorum.” Jackson’ın dudağının kenarı kıvrıldı. “Sen kimse değilsin, Elizabeth. Her şeysin…” Bu söz karşısında kalbimin hızlanması normal miydi? Oyunculuğu kötüydü ancak duyguları karşısındaki insana geçirmek konusunda başarılıydı.

“Üzgünüm, ben…” Bakışım bizi izleyen lezbiyen yakın arkadaşım Lenny’i buldu. Evet, çözüm işte buradaydı. “Lezbiyenim. Kadınlardan hoşlanıyorum.”

Tanrım! Jackson Andreas’ın yüz ifadesini herkesin görmesi gerekiyordu. Tam anlamıyla şoka uğramıştı. Bu tarz bir cevap beklemediğine yüzde yüz emindim.

“Sen,” diyerek duraksadı. “Nesin, Elizabeth? Lezbiyen mi?” Sesindeki hayret gergince yutkunmama neden oldu. Ardından içimi bir şeyler gıdıkladı. Aynı anda en derinlerime bir zevk dalgası vurdu. Jackson gibi bir adamı şoka uğratmak hoşuma gitmişti.

Onun bu afallamış halinden yararlanıp hızla başımı salladım ve yanından ayrıldım. Arkamdan bana baktığını tahmin ediyordum ama umursamadım. Lenny’nin koluna girdiğim gibi onu çekiştirmeye başladım.

Lenny, “Hey! Orada ne oldu?” diye sordu. Başımı iki yana salladım. “Önemli bir şey değil, okul hakkında sorular sordu.” Lenny’nin arabasına doğru ilerlemeye devam ettik. “Jackson Andreas mı!? Bana ne olduğunu kelimesi kelimesine anlatmak zorundasın!” diye üsteledi. “Neden Lenny? Yoksa kıskandın mı?” Bakışlarını hınzırca bir ifade kapladı. Ardından ciddiyetle, “Elbette kıskandım! Benim kızım elin züppeleriylebirlikte… Tanrım, Elizabeth! O tarz adamlar üzer, bilmiyor musun?” dedi. Arabaya binerken onu mırıltılarımla onayladım. Ben de öyle düşünüyordum.

“Henry, sen ve ben, bu akşam sinema partisi… Ihm, ne dersin?” diye sordu. Omuz silkeledim. “İşten sonra olur. Part time çalıştığım restoran sinemaya yakın.” Lenny başıyla beni onayladı. “Henry yeni bir fıstık getirecek, belki onunla-” derken sözünü kestim. “Hadi ama Lenny, işe geç kalacağım! Şu an fantezi dinleyecek halde değilim.” Kıkırdadı, sonra da arabayı çalıştırıp yola koyuldu.

~ 🐺 ~ 🪶 ~ 🐺 ~ 🪶 ~ 🐺 ~

Yazar taslaklarındaki hikâyeler yorumlara, beğenme sayısına ve talebe göre yayın takvimine eklenecektir.


Yayın takvimine eklendiğinde, hikâyede, karakterlerde ya da kurguda genel bir değişiklik olabilir. Taslakta yayınlanan bölümler yazıldığı gibi yayınlanır, kontrol edilmez. Herhangi bir kelime hatası ya da anlamsız gariplikler görürseniz yorumlarda belirtmeyi unutmayın!

1 Yorum


Gamze Dağdelen
Gamze Dağdelen
bir gün önce

Ay devamını bekliyorumm

Beğen
İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
İstanbul Kitap Fuarı - Ulysses Yayınları
13 Ara Cmt
Büyükçekmece
Yaklaşan İmza Günü - Ulysses Yayınları - Salon 4 / Stand 426A Yazar Ruyam ✍️, 13 ve 14 Aralık'da Salon 4 - Ulysses Yayınları standında olacak. 🥰
bottom of page